Ukrayna Krizinde Ütopik Anti-Kapitalizmin Vardığı Sonuç: ABD'nin Yalanlarını Tekrarlamak

Kemal Okur

Haber Sol yazarı (yazıya buradan ulaşılabilir), Rusya'nın Ukrayna topraklarındaki 4 bölgeyi ilhak etmesinin meşru olmadığını yazmış. Ayrıca bu ilhakların uluslararası hukuk açısından dayanağının olmadığını da ilave etmiş.

Yazarın ütopik dünyada gezinen mantığına göre, kapitalizmin hakim olduğu ve hala ülkelerin (büyük dünya güçleri arasında olan ülkeler de buna dahil) ve dünya halklarının emperyalist saldırganlık altında yaşamaktan henüz kurtulamadığı koşullarda, bugün dünyada bütün anlaşmazlıkları çözebilecek ve uygulanabilir bir hukuki düzenin var olduğu veya olabileceğini varsayılıyor.

II. Dünya Savaşı'nın galiplerinin (Sovyetler Birliği dahil) dünyada demokrasinin yükselişte olduğu koşullarda oluşturduğu uluslararası hukuk, Soğuk Savaş döneminde ve daha sonra Soğuk Savaş sonrası dönemde yeni ortaya çıkan birçok anlaşmazlığı ve özellikle dünyanın büyük güçleri arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözmeye yetmedi ve yetmiyor. Ayrıca Marksizmin uluslararası hukuk teorisi açısından baktığımızda henüz büyük güçler arasındaki mücadeleler ve anlaşmazlıklar üzerine teorik açıdan ve sosyalizmin değerleri açısından çözülmemiş bir dizi sorun hala önümüzde duruyor.

Kanımca eli kolu bağlı beklemeyi savunamayız, Marksizmin ve sosyalizmin yol göstericiliği ışığında, siyasi bilgeliğimizi kullanarak, somut koşulların analizinden yola çıkarak bilgece ve gerçekçi çözümler aramak gerekir.

Sorunu daha somut olarak ifade edersek, teorize edilmesi ve net olunması gereken çeşitli başlıklar var. Örneğin: II. Dünya savaşının galipleri olan büyük güçlerin Sovyetler toprağı olan Kırım Yalta'da oturup dünyayı kendi aralarında gizli diplomasi ile nüfuz bölgeleri olarak paylaşması. Almanya'nın Sovyetler Birliği dahil galip devletler arasında sömürge düzeyinde paylaşılması. II. Dünya savaşının hemen öncesinde saldırgan kapitalist Almanya ile Avrupa'da ve dünyada barışı korumaya çalışan Sovyetler Birliği arasında yapılan bir anlaşma sonucunda Polonya topraklarının bu iki büyük dünya gücü tarafından ilhak edilmesi. Doğu Avrupa'da kurulan bazı sosyalist halk demokrasilerinin tamamen Kızıl Ordu'nun gücü ile kurulması. Bunlar geçmiş tarih, fakat hala önümüzde akıp giden yeni sorunlar var.

Kapitalizmin hakim konumda olduğu dünyada büyük güçler ister kapitalist olsunlar ister sosyalist olsunlar, mirasçısı oldukları devletlerin sınırlarını, ideolojik ve kültürel etki alanlarını kendi sınırları olarak görüyor. Sovyetler Birliği'nin sınırları ve etki alanları büyük ölçüde eski Çarlık Rusya'sının daha önce ilhak ettiği veya Rus etkisi altına almış olduğu topraklardan oluşuyordu. Rusya bu topraklar üzerinde Çarlığın boyunduruğu altında zülüm görmüş olan halklar arasında demokratik ilişkiler inşa etmek istiyordu. Bunu başarabileceğine inanıyordu. Pratikte bu hedefin ne ölçüde başarıldığı tartışılabilir… Tarihten bize bugüne devir olan bu tür çetrefilli sorunların, bir çırpıda çözülmesini beklemek ütopik sosyalizmden başka bir şey değildir. Ukrayna krizini çetrefilli yapan ve değerlendirmeleri zorlaştıran bir yön de tarihten devralınan bir dizi çetrefilli sorunu içeriyor olmasıdır. Ütopik bir hakkaniyet yaklaşımı ile bakıldığında haklı ile haksızı ayırt etmek çok zordur.

Yazarın yaptığı değerlendirmede böyle bir bilimsel ve gerçekçi bir kaygı güttüğü görülmüyor. Yazar basitçe ABD'nin propagandasını tekrarlıyor: "Rus tekellerinin Rus İmparatorluğu'nun eski coğrafyasında yayılma emelleri… varmış." Yazar bir kalemde, Sovyetler Birliği tarihini ve Sovyetler Birliği önderliğindeki sosyalist kampın tarihini de atlıyor, Rus Çarlığının topraklarından söz ediyor… Sovyet devletinin Brejnev doktrinini de atlıyor: Sosyalist kamp içinde sınırlı egemenlik doktrini…  

Yazar kanıtlama gereği bile duymuyor, bugünkü Rusya'nın Doğu Avrupa'da, Orta Avrupa'da veya Balkanlarda yayılma ve yeniden buraları (eski nüfuz alanlarını) ele geçirmek için mücadele ettiğine kim inanır?  Dünyanın iki süper gücünden biri olan Sovyetler Birliği'nin mirasçısı olan Rusya 1991'den sonra ABD, NATO ve AB zorbalığı ve baskısı ile (Batılı büyük güçler) son 30 yılda sadece geniş etki ve nüfuz alanlarını kaybetmedi, bu zorba emperyalistlerin baskılarıyla ekonomik açıdan da büyük kayıplar verdi. ABD ve Batılılar sadece bu baskılarla yetinmediler. Aynı zamanda Rusya'nın siyasi rejimini, ulusal kültürünü ve Rusya'nın devlet ideolojisini kendi çıkarlarına uygun gelecek bir biçimde sözde "demokratikleştirmeye" ve Barbar Rusya'yı "Batılılaştırmaya ve uygarlaştırmaya" çalıştılar. Tüm Avrupa ve Amerika kıtasında yaygın bir Rus düşmanlığı 16 yıldır sürüyor, 2014'ten sonra bu en yüksek düzeye çıkarıldı. Rus düşmanlığı, soğuk savaş döneminin Sovyet düşmanlığı ile harmanlandı… Bunları onaylayabilir miyiz?

Almanya'nın ünlü eski Sol Parti lideri Lafontaine geçen hafta, savaş kışkırtıcılığı yapan Yeşiller Partisi dış işleri bakanını faşist propaganda yapmakla suçladı. Dünyadaki bugünkü gerilim ve çatışmaların kaynağının ABD'nin dünyanın tek hakimi olarak kalma çabası ve diğer büyük güçlere hayat hakkı tanımaması olarak açıkladı.  

ABD ve Batılılar Rusya'yı esir almak için tüm yakın sınırlarına nükleer silahlar yerleştirdiler ve en sonunda ABD Orta Menzilli Nükleer Silah Anlaşmasından çekildi ve orman kanununun tam olarak ortaya çıkacağı savaş öncesi koşulları yarattılar. Rusya'nın görüşüne göre Ukrayna'nın NATO'ya girmesi ve diğer Balkan ve Doğu Avrupa ülkeleri gibi nükleer füzelerle donatılması artık daha fazla taviz veremeyeceği en son dayanma sınırıydı. Elbette Rusya gibi büyük güçler savaşın getiri ve götürülerini hesaplamadan savaş kararı vermezler.

Anlaşıldığı kadarıyla Rusya daha fazla taviz vermenin çok daha büyük kayıplara neden olacağını hesaplamış… Rusya 2000'lerin başından itibaren Ukrayna'nın Batının kendisine karşı kullanacağı bir askeri sınır karakolu haline gelmemesi için kıyasıya mücadele etti. Ukrayna'daki 2014 Renk devriminden önce, 2005 yılında da bir Turuncu Renk Devrimi yaşanmıştı.

Bugün dünyaya işçi sınıfının çıkarları açısından baktığını söyleyen hiçbir gerçekçi yazar, Rusya'nın yayılmak bir yana 30 yıl içinde her geçen gün daha fazla ABD ve onun izinden yürüyen Batılı emperyalist güçler tarafından kuşatıldığını, etki alanlarını birer birer kaybettiğini, mali ve ekonomik gücünün çeşitli emperyalist oyunlarla aşağıya bastırıldığını görmezden gelemez. Bu nedenle yazarın işçi sınıfı sosyalizmi vicdanına seslenelim: bugün hala sosyalizmde direnen ve emperyalizmi kendi deneyleri ile yakından tanıyan, Vietnam, Küba, Çin, Laos ve Kuzey Kore gibi sosyalist işçi devletleri neden Ukrayna krizinde Rusya'yı kapitalist olduğu için hedef tahtasına koymuyorlar. Neden Rusya'yı yayılma peşinde koşan bir devlet olarak tanımlamıyorlar? Bilgelik bu soruya yanıt vermeyi gerektirir…

Çünkü hala kapitalizmin hakim konumda olduğu ve emperyalizmin henüz köşeye sıkıştırılamadığı günümüz dünyasında, dünyayı kaos, kargaşa, çatışma ve savaşlara sürükleyen asıl bir numaralı büyük güç ABD ve onun kendine bağladığı Japonya, İngiltere ve birkaç diğer Batılı büyük güçtür. Diğer büyük güçler olan Çin ve Rusya onların düşmanlaştırdığı saldırı ve kuşatma hedefleridir. Tabii ki onların hedefleri bu iki ülke ile sınırlı değildir, hedef alınan başka küçük ve orta boy ülkeler de var; Kuzey Kore, Küba, Venezuela, Suriye ve İran bunların başında geliyor… 

Yorum Bırakınız

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir