Tarihten Bir Belge: Deng Xiaoping 1974 BM Konuşması

Çin'in 1974'te Uluslararası Durum ve Dünyada Öne Çıkan Sorunlar Üzerine Görüşü: Üç Dünya Stratejisi  

Çeviren: Gülizar Özkaya

Deng Xiaoping, Nisan 1974'te BM Genel Kurulu'nda Mao'nun dünyanın üç grup veya üç tip ülkeye bölünmesine ilişkin stratejik düşüncesini dünya kamuoyuna açıklaması aşağıdadır. Bu konuşma sosyalist Çin Halk Cumhuriyeti'nin önemli bir dış politika belgesi olarak görülebilir.

Sayın Başkan,

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun hammadde ve kalkınma sorunlarına ilişkin bu özel oturumu, Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti Devrim Konseyi Başkanı Boumedyen'in önerisi ve dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunun desteğiyle başarılı bir şekilde toplanıyor. Birleşmiş Milletler'in kuruluşundan bu yana geçen 29 yıl içinde ilk kez, emperyalist sömürü ve yağmaya karşı çıkmak ve uluslararası ekonomik ilişkilerde bir reform gerçekleştirmek gibi önemli bir sorunu tartışmak üzere özel bir oturum düzenlenmektedir. Bu durum, uluslararası durumda köklü değişikliklerin meydana geldiğini yansıtmaktadır.

Çin Hükümeti bu oturumun düzenlenmesinden dolayı en içten tebriklerini sunar ve gelişmekte olan ülkelerin birliğinin güçlendirilmesine, onların ulusal ekonomik hak ve çıkarlarının korunmasına ve tüm halkların emperyalizme ve özellikle de hegemonyacılığa karşı mücadelesinin desteklenmesine olumlu katkıda bulunacağını ümit eder.

Şu anda uluslararası durum, gelişmekte olan ülkeler ve dünya halkları için son derece elverişlidir. Sömürgecilik, emperyalizm ve hegemonyacılığa dayalı eski düzen her geçen gün daha fazla yıpranmakta ve temellerinden sarsılmaktadır. Uluslararası ilişkiler büyük ölçüde değişiyor. Tüm dünya çalkantı ve huzursuzluk içinde. Durum, biz Çinlilerin deyimiyle "cennetin altında büyük bir düzensizlik durumu" halini almıştır. Bu "düzensizlik" çağdaş dünyadaki tüm temel çelişkilerin keskinleşmesinin bir tezahürüdür. Çökmekte olan gerici güçlerin parçalanmasını ve gerilemesini hızlandırmakta ve halkın yeni ortaya çıkan güçlerinin uyanışını ve büyümesini teşvik etmektedir.

Bu "cennetin altındaki büyük düzensizlik" durumunda, dünyadaki tüm siyasi güçler, uzun süren güç ve mücadele denemeleriyle ciddi bir bölünme ve yeniden mevzilenme sürecinden geçmiştir. Çok sayıda Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkesi birbiri ardına bağımsızlıklarını kazanmış ve uluslararası ilişkilerde giderek daha büyük bir rol oynamaya başlamışlardır. Sosyal-emperyalizmin ortaya çıkmasının bir sonucu olarak, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bir dönem var olan sosyalist kamp artık mevcut değildir. Kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası nedeniyle, Batılı emperyalist blok da parçalanmaktadır. Uluslararası ilişkilerdeki değişimlere bakılırsa, bugün dünya aslında hem birbirine bağlı hem de birbiriyle çelişen üç parçadan ya da üç dünyadan oluşmaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği Birinci Dünya'yı oluşturmaktadır. Asya, Afrika, Latin Amerika ve diğer bölgelerdeki gelişmekte olan ülkeler Üçüncü Dünya'yı oluşturuyor. Bu ikisi arasındaki gelişmiş ülkeler ise İkinci Dünya'yı oluşturmaktadır.

İki süper güç, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, beyhude bir tavırla dünya hakimiyeti peşinde koşuyor. Her biri kendi yöntemleriyle Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın gelişmekte olan ülkelerini kontrol altına almaya ve aynı zamanda devlet güçleri bakımından kendilerine denk olmayan çeşitli gelişmiş ülkelere zorbalık yapmaya çalışmaktadır.

İki süper güç günümüzün en büyük uluslararası sömürücüleri ve baskıcılarıdır. Yeni bir dünya savaşının kaynağıdırlar. Her ikisi de çok sayıda nükleer silaha sahiptir. Birbirleriyle kıyasıya mücadele eden bir silahlanma yarışı sürdürmekte, yurtdışında büyük güçler konuşlandırmakta ve her yerde askeri üsler kurarak tüm ulusların bağımsızlığını ve güvenliğini tehdit etmektedirler. Her ikisi de diğer ülkeleri kendi kontrollerine, yıkımlarına, müdahalelerine ya da saldırganlıklarına maruz bırakmaya devam ediyor. Her ikisi de diğer ülkeleri ekonomik olarak sömürmekte, zenginliklerini yağmalamakta ve kaynaklarına el koymaktadır. Sosyalizm etiketiyle gösteriş yapan süper güç de zorbalık yaparken özellikle acımasızdır. "Müttefiki" Çekoslovakya'yı işgal etmek için silahlı kuvvetlerini göndermiş ve Pakistan'ı parçalamak için savaşı kışkırtmıştır. Sözünde durmaz ve hainlik eder; çıkarcı ve vicdansızdır.

Süper güçler ile gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan gelişmiş ülkelerin durumu karmaşıktır. Bazıları hala Üçüncü Dünya ülkeleriyle şu ya da bu şekilde sömürgeci ilişkilerini sürdürmektedir ve hatta Portekiz gibi bir ülke barbar sömürge yönetimini devam ettirmektedir. Bu duruma bir son verilmelidir. Aynı zamanda, tüm bu gelişmiş ülkeler şu ya da bu süper güç tarafından çeşitli derecelerde kontrol edilmekte, tehdit edilmekte ya da zorbalığa maruz kalmaktadır. Hatta bazıları bir süper güç tarafından sözde "biz bir aileyiz" tabelası altındaki bağımlı ülkeler konumuna indirgenmiştir. Farklı derecelerde de olsa, tüm bu ülkeler süper güçlerin köleliğinden ya da kontrolünden kurtulma ve ulusal bağımsızlıklarını ve egemenliklerinin bütünlüğünü koruma arzusundadır.

Çok sayıda gelişmekte olan ülke uzun süredir sömürgecilikten, emperyalist baskı ve sömürüden mustariptir. Siyasi bağımsızlıklarını kazanmış olsalar da, hepsi hala sömürgeciliğin kalıntılarını temizlemek, ulusal ekonomilerini geliştirmek ve ulusal bağımsızlıklarını pekiştirmek gibi tarihi bir görevle karşı karşıyadır. Bu ülkeler geniş toprakları kapsamakta, büyük bir nüfusu barındırmakta ve doğal kaynaklara sahiptir. En ağır baskılara maruz kalmış olan bu ülkeler, baskıya karşı çıkma, kurtuluş ve sosyal-ekonomik kalkınma için en güçlü arzuya sahiptir. Ulusal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesinde muazzam bir güç göstermiş ve sürekli olarak görkemli zaferler kazanmışlardır. Bu ülkeler dünya tarihinin çarkını döndüren devrimci bir itici güç oluşturmaktadırlar ve sömürgeciliğe, emperyalizme ve özellikle de süper güçlere karşı mücadele eden ana güçtürler.

İki süper güç dünya hegemonyası için mücadele ettiğinden, aralarındaki çelişki uzlaşmazdır; ya biri diğerini ya alt edecek ya da alt edilecektir. Uzlaşmaları ve iş birlikleri ancak kısmi, geçici ve göreceli olabilir, çekişmeleri ise kapsamlı, kalıcı ve mutlaktır. Son tahlilde, onların sözde "güçlerin dengeli bir şekilde azaltılması" ve "stratejik silahların sınırlandırılması" gibi söylemleri boş laftan başka bir şey değildir, çünkü gerçekte ne "denge" vardır ne de "sınırlandırma" söz konusu olabilir. Aralarında bazı anlaşmalara varabilirler, ancak bu anlaşmalar sadece bir göz boyama/görünüş ve aldatmacadan ibarettir. Özünde, her ikisi de daha büyük ve daha şiddetli bir çekişmeyi hedeflemektedirler. Süper güçler arasındaki çekişme tüm dünyaya yayılmış durumdadır.  

Stratejik olarak Avrupa, ikisinin sürekli gergin bir çatışma içinde oldukları çekişmelerinin odak noktasıdır. Aynı zamanda Orta Doğu'da, Akdeniz'de, Basra Körfezi'nde, Hint Okyanusu'nda ve Pasifik'te rekabetlerini yoğunlaştırıyorlar. Her gün silahsızlanmadan bahsediyorlar ama aslında silahlanmaya devam ediyorlar. Her gün "yumuşama "dan bahsediyorlar ama aslında gerginlik yaratıyorlar. Çekiştikleri her yerde gerginlikler meydana geliyor. Emperyalizm ve sosyal-emperyalizm var olduğu sürece, dünyada kesinlikle huzur ve sükûnet olmayacak, "kalıcı barış" da olmayacak.

Ya onlar birbirleriyle savaşacaklar ya da halklar devrimle ayaklanacak. Başkan Mao Zedung'un dediği gibi: Yeni bir dünya savaşı tehlikesi hala mevcuttur ve tüm ülkelerin halkları buna hazırlıklı olmalıdır. Ancak bugün dünyadaki temel trend dünya savaşına gidiş değil devrimdir.

İki süper güç kendi antitezlerini yaratmıştır. Büyüklerin küçükleri ezmesi, güçlülerin zayıflar üzerinde tahakküm kurması ve zenginlerin yoksulları ezmesi şeklinde hareket ederek bu eylemleriyle Üçüncü Dünya ve tüm dünya halkları arasında güçlü bir direniş uyandırdılar. Asya, Afrika ve Latin Amerika halkları sömürgeciliğe, emperyalizme ve özellikle de hegemonyacılığa karşı mücadelelerinde yeni zaferler kazanmaktadır. Çinhindi (Vietnam+Kamboçya+Laos) halkları ABD emperyalist saldırganlığına karşı ve ulusal kurtuluş mücadelelerinde ilerlemeye devam etmektedir. 4. Ortadoğu savaşında Arap ülkeleri ve Filistin halkı, iki süper gücün kontrolünü ve "savaş yoksa barış da yok" durumunu kırarak İsrailli saldırganlara karşı muazzam bir zafer kazandı.

Afrika halklarının emperyalizme, sömürgeciliğe ve ırk ayrımcılığına karşı mücadeleleri derinlemesine gelişmektedir. Gine-Bissau Cumhuriyeti silahlı mücadelenin alevleri arasında zaferle doğdu. Mozambik, Angola, Zimbabve, Namibya ve Tanzanya halklarının Portekiz sömürge yönetimine ve Güney Afrika ve Güney Rodezya'daki beyaz ırkçılığa karşı yürüttüğü silahlı mücadeleler ve kitle hareketleri güçlü bir şekilde ilerlemektedir. Latin Amerika ülkeleri tarafından başlatılan deniz haklarını savunma mücadelesi, iki süper gücün deniz hegemonyasına karşı dünya çapında bir mücadeleye dönüşmüştür. Afrika Birliği Örgütü 10. Devlet ve Hükümet Başkanları Meclisi, Bağlantısız Ülkeler 4. Zirve Konferansı, Arap Zirve Konferansı ve İslam Zirve Konferansı birbiri ardına emperyalizm, sömürgecilik, yeni sömürgecilik, hegemonyacılık, Siyonizm ve ırkçılığa karşı güçlü kınamalar dile getirerek gelişmekte olan ülkelerin birliklerini güçlendirme ve nefret edilen düşmanlara karşı ortak mücadelelerinde birbirlerini destekleme konusundaki sağlam irade ve kararlılıklarını ortaya koymuşturAsya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin ve halklarının dalga dalga adım adım ilerleyen mücadeleleri, emperyalizmin ve özellikle de dıştan güçlü görünen ama içten zayıf olan süper güçlerin temel zayıflığını ortaya çıkarmış ve dünyaya hakim olma yönündeki vahşi hırslarına ağır darbeler indirmiştir.

İki süper gücün hegemonyacılığı ve güç politikaları, İkinci Dünya'nın gelişmiş ülkeleri arasında da güçlü bir memnuniyetsizlik uyandırmıştır. Bu ülkelerin süper güçlerin kontrolüne, müdahalesine, sindirmesine, sömürüsüne ve ekonomik krizlerin başkalarının, özellikle zayıfların sırtına yıkılmasına karşı mücadeleleri gün geçtikçe artmaktadır. Bu ülkelerin mücadeleleri uluslararası durumun gelişimi üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir.

Sayısız gerçek, iki hegemonik gücün gücünü abartan ve halkların gücünü küçümseyen tüm görüşlerin temelsiz olduğunu göstermektedir. Gerçekten güçlü olan bir ya da iki süper güç değildir; gerçekten güçlü olan Üçüncü Dünya ve tüm ülkelerin bir araya gelerek mücadeleye ve kazanmaya cesaret eden halklarıdır. Çok sayıda Üçüncü Dünya ülkesi ve halkı uzun süren mücadeleler sonucunda siyasi bağımsızlıklarını elde edebildiklerine göre, elbette bu temelde, eşitsizlik, kontrol ve sömürüye dayalı uluslararası ekonomik ilişkilerde sürekli mücadele yoluyla köklü bir değişim yaratabilecekler ve böylece birliklerini güçlendirerek ve süper güç zorbalığına maruz kalan diğer ülkelerin yanı sıra ABD ve Sovyetler Birliği halkları da dahil olmak üzere tüm dünya halklarıyla ittifak kurarak ulusal ekonomilerinin bağımsız gelişimi için gerekli koşulları yaratabileceklerdir.

Sayın Başkan,

Hammadde ve sosyal-ekonomik kalkınma sorunlarının özü, gelişmekte olan ülkelerin kendi devlet egemenliklerini savunma, ulusal ekonomilerini geliştirme ve emperyalist, özellikle de süper güçlerin yağma ve kontrolüne karşı mücadele etmeleridir. Bu, Üçüncü Dünya ülkelerinin ve halklarının sömürgeciliğe, emperyalizme ve hegemonyacılığa karşı verdiği mücadelenin çok önemli bir boyutudur.

Hepimizin bildiği gibi, son birkaç yüzyılda sömürgecilik ve emperyalizm Asya, Afrika ve Latin Amerika halklarını vicdansızca köleleştirdi ve yağmaladı. Yerel halkın ucuz emek gücünü ve zengin doğal kaynaklarını sömürerek, orantısız ve tek ürüne dayalı bir ekonomi dayatarak, tarım ve maden ürünlerini düşük fiyatlarla gasp ederek, onların sanayi mallarının fiyatlarını düşürüp dampingleyerek, ulusal sanayileri boğarak ve eşitsiz bir değer alışverişi sürdürerek süper kârlar elde ettiler. Gelişmiş ülkelerin zenginliği ve gelişmekte olan ülkelerin yoksulluğu, sömürgeci ve emperyalist yağma politikasının sonucudur.

Siyasi bağımsızlığını kazanmış birçok Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkesinde, ekonomik yaşam çizgileri hala farklı derecelerde sömürgecilik ve emperyalizm tarafından kontrol edilmektedir ve eski bağımlı ekonomik yapı temelden değişmemiştir. Emperyalistler, özellikle de süper güçler, gelişmekte olan ülkeler üzerindeki sömürü ve yağmalarını sürdürmek ve yoğunlaştırmak için yeni sömürgecilik yöntemlerini benimsemişlerdir. Gelişmekte olan ülkelere sermaye ihraç etmekte ve ekonomik yağma ve siyasi müdahalede bulunmak için "ulus ötesi şirketler" gibi uluslararası tekelci örgütler aracılığıyla "devlet içinde devlet" inşa etmektedirler. Uluslararası piyasalardaki tekel konumlarından yararlanarak, kendi ürünlerinin ihraç fiyatlarını yükselterek ve gelişmekte olan ülkelerden gelen hammaddelerin fiyatlarını düşürmeye zorlayarak inanılmaz kârlar elde etmektedirler. Dahası, kapitalizmin siyasi ve ekonomik krizlerinin derinleşmesi ve karşılıklı rekabetlerinin keskinleşmesiyle birlikte, ekonomik ve parasal krizleri gelişmekte olan ülkelere kaydırarak bu ülkeler üzerindeki yağmalarını daha da yoğunlaştırmaktadırlar.

Kendisini sosyalist bir ülke olarak tanımlayan süper gücün, yeni sömürgeci ekonomik yağmada hiç de daha az becerikli olmadığını belirtmek gerekir. Sözde "ekonomik iş birliği" ve "uluslararası işbölümü" adı altında, kendi "ailesi" ülkelerin sırtından süper karlar elde etmek için zorbaca önlemler almaktadır. Başkalarının sırtından kâr elde etmek için, diğer emperyalist ülkelerde bile nadiren görülen yollara başvurmaktadır.

Bazı ülkelerde "yardım" ve "destek" tabelası altında yürüttüğü "ortak ekonomik girişimler", özünde "ulus-ötesi şirketler"in kopyalarıdır. Her zamanki uygulaması, modası geçmiş teçhizata ve düşük standartlı silahlarına yüksek fiyat biçmek ve bunları gelişmekte olan ülkelerin stratejik hammaddeleri ve tarım ürünleriyle takas etmektir. Büyük miktarda silah ve mühimmat satarak uluslararası bir ölüm tüccarı haline gelmiştir. Borçların geri ödenmesi için baskı yapmak amacıyla sık sık başkalarının zorluklarından faydalanmaktadır. Son Orta Doğu savaşında, cephane satarak kazandığı büyük miktardaki dövizle Arap petrolünü düşük fiyattan satın aldı ve daha sonra yüksek fiyattan satarak göz açıp kapayıncaya kadar şaşırtıcı karlar elde etti. Dahası, "sınırlı egemenlik" teorisini vaaz ediyor, gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarının uluslararası mülkiyet olduğunu iddia ediyor ve hatta "doğal kaynaklar üzerindeki egemenliğin büyük ölçüde bu kaynakların gelişmekte olan ülkelerin sanayisi tarafından kullanılabilme kabiliyetine bağlı olduğunu" ileri sürüyor.

Bunlar açık ve net emperyalist safsatalardır. Bunlar, diğer süper güç tarafından reklamı yapılan ve aslında sömürü ilişkisini sürdürmek anlamına gelen sözde "karşılıklı bağımlılık" teorisinden bile daha acemi bir teoridir. Adına sadık bir sosyalist ülke enternasyonalizm ilkesini takip etmeli, ezilen ülkelere ve uluslara içtenlikle destek ve yardım sağlamalı ve ulusal ekonomilerini geliştirmelerine yardımcı olmalıdır. Ancak bu süper güç tam tersini yapıyor. Bu da onun sözde sosyalizm, eylemde ise emperyalizm olduğunun bir başka kanıtıdır.

Sömürgecilik, emperyalizm ve özellikle de süper güçler tarafından gerçekleştirilen yağma ve sömürü, yoksul ülkeleri daha yoksul, zengin ülkeleri ise daha zengin hale getirmekte ve aradaki gelişme uçurumunu daha da derinleştirmektedir. Emperyalizm, gelişmekte olan ülkelerin özgürleşmesinin ve ilerlemesinin önündeki en büyük engeldir. Gelişmekte olan ülkelerin emperyalist ekonomik tekel ve talana son vermeleri, bu engelleri ortadan kaldırmaları ve ekonomik kaynaklarını ve diğer hak ve çıkarlarını korumak için gerekli tüm önlemleri almaları tamamen haklı, doğru ve yerindedir.

Emperyalizmin ve özellikle de süper güçlerin yaptıkları, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kurtuluş yolundaki muzaffer ilerleyişini hiçbir şekilde engelleyemez. Son Orta Doğu savaşında Arap ülkeleri tek vücut olarak petrolü, Siyonizm'e ve destekçilerine darbe vurmak için bir silah olarak kullandılar. İyi de yaptılar, haklılardı da. Bu, emperyalizme karşı mücadelelerinde gelişmekte olan ülkeler tarafından gerçekleştirilen öncü bir eylemdi. Üçüncü Dünya halklarının mücadele ruhunu büyük ölçüde yükseltti ve emperyalizmin kibrini söndürdü. Emperyalizm tarafından uzun süredir sürdürülen uluslararası ekonomik tekeli kırmış ve gelişmekte olan ülkeler tarafından yürütülen birleşik mücadelenin gücünü tam olarak göstermiştir. Eğer emperyalist tekeller, gelişmekte olan ülkelerin hayati çıkarlarına büyük zarar verecek şekilde, piyasaları istedikleri gibi manipüle etmek için bir araya gelebiliyorlarsa, gelişmekte olan ülkeler neden emperyalist tekeli kırmak ve kendi ekonomik haklarını ve çıkarlarını savunmak için birleşemesinler? Petrol ülkelerinin savaşı insanların vizyonunu genişletti. Petrol savaşında yapılanlar diğer hammaddeler için de yapılmalıdır ve yapılabilir.

Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerin doğal kaynaklarını savunma mücadelesinin öneminin hiçbir şekilde ekonomik alanla sınırlı olmadığını da belirtmek gerekir. Süper güçler silahlanma ve savaş hazırlıklarını yürütmek ve dünya hegemonyası için mücadele etmek amacıyla Üçüncü Dünya'nın kaynaklarını açgözlülükle yağmalamak zorundadırlar. Gelişmekte olan ülkelerin kendi kaynaklarını kontrol etmeleri ve korumaları, yalnızca siyasi bağımsızlıklarını pekiştirmeleri ve ulusal ekonomilerini geliştirmeleri için değil, aynı zamanda süper güçlerin silahlanma ve savaş hazırlıklarıyla mücadele etmeleri ve süper güçlerin saldırı savaşları başlatmalarını engellemeleri için de gereklidir.

Sayın Başkan,

Biz, siyasi bağımsızlığın korunmasının, bir Üçüncü Dünya ülkesinin ekonomisini geliştirebilmesi için ilk ön koşul olduğunu savunuyoruz. Bir ülkenin halkı siyasi bağımsızlığını elde ederek sadece ilk adımı atmış olur ve bu bağımsızlığı pekiştirmeye devam etmelidir, zira içeride hala sömürgeciliğin kalıntıları vardır ve hala emperyalizm ve hegemonyacılık tarafından yıkılma ve saldırı tehlikesi mevcuttur. Siyasi bağımsızlığın pekiştirilmesi zorunlu olarak tekrarlanan uzun mücadelelerden oluşan bir süreçtir. Son tahlilde, siyasi bağımsızlık ve ekonomik bağımsızlık birbirinden ayrılamaz. Siyasi bağımsızlık olmadan ekonomik bağımsızlığa ulaşmak mümkün değildir; ekonomik bağımsızlık olmadan bir ülkenin bağımsızlığı eksik ve güvensizdir.

Gelişmekte olan ülkeler ekonomilerini bağımsız bir şekilde geliştirmek için büyük bir potansiyele sahiptir. Bir ülke, kendine özgü özellikleri ve koşulları ışığında aralıksız çaba gösterdiği ve bağımsızlık ve kendine güven yolunda ilerlediği sürece, sanayisinin ve tarımının modernleşmesinde önceki nesillerin asla ulaşamadığı yüksek bir kalkınma seviyesine kademeli olarak ulaşması tamamen mümkündür. Emperyalizm tarafından gelişmekte olan ülkelerin kalkınması sorunuyla bağlantılı olarak yayılan karamsarlık ve çaresizlik fikirlerinin tümü temelsizdir ve bu fikirler art niyetle yayılmaktadır.

Özgüven derken, bir ülkenin esas olarak kendi halkının gücüne ve bilgeliğine güvenmesi, kendi ekonomik yaşam çizgisini kontrol etmesi, kendi kaynaklarını tam olarak kullanması, gıda üretimini arttırmak için çok çalışması ve ulusal ekonomisini adım adım ve planlı bir şekilde geliştirmesi gerektiğini kastediyoruz.

Bağımsızlık ve kendine güven politikası hiçbir şekilde bir ülkenin kendi gerçek koşullarını dikkate alınmaması anlamına gelmez; bunun yerine, farklı koşullar arasında ayrım yapılmasını ve her ülkenin kendi özel koşulları ışığında kendine güven sağlaması ve kendi özgün kalkınma yolunu bulmasını gerektirir. Bugünkü aşamada, ulusal ekonomisini geliştirmek isteyen gelişmekte olan bir ülke, öncelikle doğal kaynaklarını kendi elinde tutmalı ve yabancı sermayenin kontrolünden adım adım yavaş yavaş kurtulmalıdır. Birçok gelişmekte olan ülkede hammadde üretimi ulusal ekonominin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Hammaddelerin üretimini, kullanımını, satışını, depolanmasını ve nakliyesini kendi ellerine alabilirlerse ve bunları, sanayi ve tarımsal üretimlerinin büyümesi için gerekli olan daha fazla miktarda mal karşılığında adil ticari ilişkiler temelinde makul fiyatlarla dışarı satabilirlerse, o zaman karşılaştıkları zorlukları adım adım çözebilecekler ve yoksulluktan ve geri kalmışlıktan erken çıkmanın yolunu açabileceklerdir.

Kendine öz güven hiçbir şekilde "kendini dünyadan tecrit etme" ve dış yardımı reddetme anlamına gelmez. Ülkelerin, devlet egemenliğine saygı, eşitlik ve karşılıklı yarar temelinde ekonomik ve teknik alışverişte bulunmalarını ve birbirlerinin eksikliklerini gidermek için ihtiyaç duyulan malların değişimini ulusal ekonominin gelişimi için her zaman faydalı ve gerekli gördük.

Burada, gelişmekte olan ülkeler arasındaki ekonomik iş birliğinin özel önemini vurgulamak istiyoruz. Üçüncü Dünya ülkeleri geçmişte ortak bir kaderi paylaştılar ve şimdi sömürgeciliğe, yeni sömürgeciliğe ve büyük güç hegemonyacılığına karşı çıkmak, ulusal ekonomilerini geliştirmek ve kendi ülkelerini inşa etmek gibi ortak görevlerle karşı karşıyalar.

Daha sıkı bir şekilde birleşmek için her türlü nedene sahibiz ve birbirimizden uzaklaşmak için hiçbir nedenimiz yok. Emperyalistler ve özellikle de süper güçler, gelişmekte olan ülkeler arasındaki geçici farklılıklardan yararlanarak, manipülasyonlarını, kontrollerini ve talanlarını sürdürebilmek için ayrılık tohumları ekmek ve birliğimizi bozmak istiyorlar.

Tam bir teyakkuz halinde olmalıyız. Biz gelişmekte olan ülkeler arasındaki farklılıklar, ilgili taraflar arasında istişareler yoluyla pekala çözülebilir ve çözülmelidir. Petrol konusunda, ilgili gelişmekte olan ülkelerin aktif çaba sarf etmelerinden ve makul bir çözüm bulmak için uygun yollar aramalarından memnuniyet duyuyoruz. Bizler, gelişmekte olan ülkeler, birbirimizi sadece siyasi olarak desteklemekle kalmamalı, aynı zamanda ekonomik olarak da birbirimize yardımcı olmalıyız. İş birliğimiz gerçek eşitliğe dayalı bir iş birliğidir ve geniş perspektiflere sahiptir.

Sayın Başkan,

Üçüncü Dünya ülkeleri, mevcut son derece eşitsiz uluslararası ekonomik ilişkilerin dönüştürülmesini şiddetle talep etmekte ve birçok rasyonel reform önerisinde bulunmaktadır. Çin Hükümeti ve halkı, Üçüncü Dünya ülkeleri tarafından yapılan tüm adil önerileri içtenlikle onaylamakta ve kararlılıkla desteklemektedir.

Hem siyasi hem de ekonomik ilişkilerde ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüğüne karşılıklı saygı, karşılıklı saldırmazlık, birbirlerinin iç işlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı yarar ve barış içinde bir arada yaşama şeklindeki Beş İlke'yi temel almaları gerektiğini düşünüyoruz. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir ülkenin bu ilkeleri ihlal ederek hegemonya ve nüfuz alanları oluşturmasına karşıyız.

Her ülkenin kendi işlerinin kendi halkı tarafından yönetilmesi gerektiğini savunuyoruz. Gelişmekte olan ülkelerin halkları kendi sosyal ve ekonomik sistemlerini seçme ve karar verme hakkına sahiptir. Gelişmekte olan ülkelerin kendi doğal kaynakları üzerindeki daimi egemenliklerini ve bu egemenliği kullanmalarını destekliyoruz. Gelişmekte olan ülkelerin tüm yabancı sermayeyi, özellikle de "ulus-ötesi şirketleri", millileştirmeye kadar varacak şekilde kendi kontrol ve yönetimleri altına alma eylemlerini destekliyoruz. Gelişmekte olan ülkelerin kendi ulusal ekonomilerini "bireysel ve kolektif özgüven" yoluyla geliştirme tutumunu destekliyoruz.

Büyük ya da küçük, zengin ya da fakir tüm ülkelerin eşit olması gerektiğini ve uluslararası ekonomik ilişkilerin bir ya da iki süper gücün tekelinde olmak yerine tüm dünya ülkeleri tarafından ortaklaşa yönetilmesi gerektiğini savunuyoruz. Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan gelişmekte olan ülkelerin uluslararası ticaret, para, gemicilik ve diğer konulardaki tüm karar alma süreçlerine tam katılım hakkını destekliyoruz.

Uluslararası ticaretin eşitlik, karşılıklı fayda ve ihtiyaç duyulan malların hakkaniyetli değişimi ilkelerine dayanması gerektiğini düşünüyoruz. Gelişmekte olan ülkelerin hammaddeleri, birincil ham ürünleri ve yarı mamul ve mamul malları için ticaret koşullarının iyileştirilmesi, onların ihracat pazarlarının genişletilmesi ve adil ve uygun fiyatların belirlenmesi yönündeki acil taleplerini destekliyoruz. Gelişmekte olan ülkelerin, sömürgecilik, emperyalizm ve hegemonyacılığa karşı birleşik bir mücadele için hammadde ihraç eden gelişmekte olan ülkelerin çeşitli dayanışma örgütleri kurmalarını destekliyoruz.

Gelişmekte olan ülkelere yapılan ekonomik yardımların, yardım alan ülkelerin egemenliğine kesinlikle saygı göstermesi gerektiğini ve bu yardımlara herhangi bir siyasi ya da askeri koşulun, özel imtiyazların ya da aşırı kârların eşlik etmemesi gerektiğini savunuyoruz. Gelişmekte olan ülkelere verilen krediler faizsiz ya da düşük faizli olmalı ve anapara ile faizin gecikmeli olarak geri ödenmesine, hatta gereklilik halinde borçların azaltılmasına ve iptal edilmesine olanak tanımalıdır. Gelişmekte olan ülkelerin yardım adı altında tefecilik ya da şantaj yoluyla sömürülmesine karşıyız.

Gelişmekte olan ülkelere aktarılan ve transfer edilen teknolojinin pratik, verimli, ekonomik ve kullanıma uygun olması gerektiğini düşünüyoruz. Alıcı ülkelere gönderilen uzmanlar ve diğer personel, teknik bilgileri oradaki insanlara bilinçli bir şekilde aktarmak ve ilgili ülkelerin yasalarına ve ulusal geleneklerine saygı göstermekle yükümlüdür. Yasadışı faaliyetlerde bulunmak bir yana, özel taleplerde bile bulunmamalı veya özel ayrıcalık ve kolaylıklar istememelidirler.

Sayın Başkan,

Çin sosyalist bir ülkedir ve aynı zamanda gelişmekte olan bir ülkedir. Çin Üçüncü Dünya'ya aittir. Başkan Mao'nun öğretilerini tutarlı bir şekilde takip eden Çin Hükümeti ve halkı, ulusal bağımsızlıklarını kazanma ya da savunma, ulusal ekonomiyi geliştirme ve sömürgeciliğe, emperyalizme ve hegemonyacılığa karşı çıkma mücadelelerinde tüm ezilen halkları ve ezilen ulusları kararlılıkla desteklemektedir. Bu bizim kaçınılmaz enternasyonalist görevimizdir. Çin bir süper güç değildir ve hiçbir zaman da olmaya çalışmayacaktır. Süper güç nedir? Süper güç, her yerde diğer ülkeleri saldırganlığına, müdahalesine, kontrolüne, yıkımına ya da yağmasına maruz bırakan ve dünya hakimiyeti için uğraşan emperyalist bir ülkedir.

Eğer büyük bir sosyalist ülkede kapitalizm yeniden tesis edilirse, bu ülke kaçınılmaz olarak bir süper güç haline gelecektir. Çin'de son yıllarda gerçekleştirilen Büyük Proleter Kültür Devrimi ve şu anda Çin genelinde yürütülmekte olan Lin Biao ve Konfüçyüs'ü eleştirme kampanyasının her ikisi de kapitalist restorasyonu önlemeye ve sosyalist Çin'in asla rengini değiştirmemesini ve her zaman ezilen halkların ve ezilen ulusların yanında yer almasını sağlamaya yöneliktir. Eğer bir gün Çin rengini değiştirir ve bir süper güce dönüşürse, eğer Çin dünyada zorbalığı oynar ve her yerde başkalarına zorbalık yapar, saldırganlığa ve sömürüye başvurursa, dünya halkları onu sosyal-emperyalizm olarak tanımlamalı, teşhir etmeli, karşı çıkmalı ve onu yıkmak için Çin halkıyla birlikte çalışmalıdır.

Sayın Başkan,

Tarih mücadele içinde gelişiyor ve dünya çalkantıların ortasında ilerliyor. Emperyalistler ve özellikle de süper güçler sorunlarla boğuşmakta ve düşüşe geçmektedir. Ülkeler bağımsızlık, uluslar kurtuluş ve halklar devrim istiyor – tarihin karşı konulmaz eğilimi budur. Üçüncü Dünya ülkeleri ve halkları birliklerini güçlendirdikleri, ittifak yapılabilecek tüm güçlerle ittifak kurdukları ve uzun süreli bir mücadelede ısrar ettikleri sürece, sürekli yeni zaferler kazanacaklarına inanıyoruz.

Yorum Bırakınız

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir