Hakkımızda Sosyalist Birlik (Marksist)
Batı, kültürel sömürgecilik yoluyla diğer ülkeleri nasıl etki ve kontrol altına alıyor?
Hoang Phu Ngoc, Vietnam Kültür Bakanı Yardımcısı
Çeviren Timur Kaplan
Kültürel sömürgecilik, Batı'daki bazı gelişmiş ülkelerin, hegemonik konumlarından aldıkları güçle ve sermaye mantığıyla hareket ederek, düşünce biçimlerini, değerlerini, ideolojilerini ve dini inançlarını "ötekileştirilmiş" olanlara ihraç etmesi anlamına gelir. Bunu, "öteki olanı" asimile etme çabası içinde kendi kültürel sembollerini güçlü bir şekilde yaygınlaştırma yoluyla yaparlar.
Batı, "öteki olarak tanımladıklarına", Batı'nın değerleriyle nasıl düşüneceğini, kendini Batı'nın ideolojik diliyle nasıl ifade edeceğini, nasıl Batılı gibi davranacağını öğretir. Böylece "ötekiler", Batı'nın düşündüğünü düşünecek, Batı'nın inandığına inanacak, onun konuştuğu söylemle konuşacak, kendini onun gibi ifade edecek ve bir Batılı gibi hareket edecektir. Ortaya çıkacak nihai sonuç, "öteki olanın" çözülüşü ve dağılışıdır.
Nihai hedef, "ötekileştirilmiş" olanın ulusal-kültürel köklerini parçalamak, "öteki olanın" kültürel bağımsızlık ve egemenlik duygusunu zayıflatmak ve dünya kültürünün Batılılaşmasını ve Batı kültürünün "evrenselleşmesini" sağlayarak Batı tarzı tek boyutlu-kültürel bir sistem yaratmak ve dünyayı kalıcı olarak Batı'nın hakimiyeti altına almaktır.
Batının Söylem ve Kavram İnşa Etmede Öncülüğü
Kültürel hegemonya atakları, kültürel sömürgeciliğin bir aracıdır. Tarihte uzun dönemler boyunca, dünya halklarının kültürleri birbirleriyle özgürce değiş tokuş edilmemiş, özgürce iç içe geçmemiş ve eşit şartlarda karşı karşıya gelmemiştir. Ülkeler ve halklar arasında iki yönlü veya çok yönlü etkileşimin gerçekleşmesi yerine kültür, kültürel hegemonyanın denetimi altında "Batı'dan Doğu'ya" doğru tek yönlü işleyen bir kültür ihracı söz konusudur.
Dünyada güçler arasındaki dengesizlik, kültürel sömürgecilik için gereken verimli toprağı yaratmaktadır. Kültürel sömürgeciliğin böyle Batı'dan "öteki olana" doğru tek yönlü bir ihracat olarak karşımıza çıkıyor olmasının sebebi, Batı'nın dünyanın güç örüntüsü ve güç dengeleri içindeki hakim konumudur.
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana, Batı özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, ekonomik, siyasi, askeri, teknolojik ve diğer alanlardaki üstünlüğü nedeniyle, uluslararası ilişkilerde hâkim ve baskın konumdadır. Batı dışı ülkeler ise görece daha zayıf bir konumda, tahakküm edilen ve yönetilen durumundadır. NATO ve Amerika'nın sürekli sıkıştırdığı ve etki alanlarını tırtıkladığı Rusya zor durumda ve stratejik daralma yaşıyor. Hiç şüphe yok ki, dünyada kimin gücü daha fazlaysa, inisiyatif alma, karar verme ve hakimiyet kurma fırsatını ele geçirecek ve diğerlerinin kaderini elinde tutacaktır. Sadece sosyalist akım bu arkaik tutumun ötesine gidebilir.
Kültürel sömürgecilik, "zayıf, güçlü olan tarafından yutulmayı hak eder" yasasının ispatı anlamına gelecek şekilde, Batı'nın zorunlu ve kaçınılmaz olarak yaptığı bir tercihtir. Batılı güçlerin yayılma ihtiyacının zorunlu ve kaçınılmaz bir ürünüdür. Kültürel sömürgecilik Batı'nın hem özne hem de nesne oluş ikiliğinin (dikatomisinin) somutlaşmış halidir.
Batı, sahip olduğu sert güç—silah ve finans– üstünlüğü sayesinde, kültürel olarak egemen durumda bulunan devlete yapay bir şekilde özne ve nesne özellikleri yüklemiş, ikili (dikatomik) bir karakter kazandırmıştır. Batı, kendisini güç öznesi olarak görerek, Doğu'yu nesneleştirir ve ötekileştirir. Özne olarak kendi "üstünlüğünü "ve "egemenliğini" güçlü bir mevzi, bir kale olarak kullanır ve "öteki olanı" Batı'nın değerlerini pasif bir biçimde kabullenmeye ve benimsemeye zorlar.
Batı'nın amacı, elindeki sert güç avantajını yumuşak güç avantajına dönüştürmek ve böylece "kazanan her şeyi alır" sonucunu elde etmektir. Batılı güçlü ülkeler, askeri ve finans ve dolar hakimiyeti gibi sert güce sahip olmaları nedeniyle kültürel ihracatın içeriği ve tarzı konusunda karar verme hakkına sahiptirler; diğer ülkelerin ise, kendilerine verileni pasif bir biçimde kabul etmekten başka çareleri yoktur.
Batı Arkasındaki Sert Güce Dayanıyor: Askeriye, Finans ve Doların Gücü
Batı kültürü dünyayı yönetiyor, ama bunu kendisinin diğer kültürlerden üstün olması nedeniyle değil, arkasındaki sert güce dayanarak, güç öznelerinin manipülasyonlarıyla yapıyor. Kültürel sömürgecilik ilk bakışta, değerler, ideoloji ve siyasi sistem gibi yumuşak güçlerin arasındaki bir çekişme gibi görünse de gerçekte ekonomi, askeri ve teknoloji gibi sert güçlerin rekabetidir. Kültür, yumuşak güç olarak, doğrudan bir etkiye sahip değildir, ancak sert güce dayanarak inşa edilirse gerçek anlamda bir güç haline gelebilir.
Kısacası, kültürel sömürgecilik, bir tür yumuşak güç yayılmacılığı olarak, başarılı olabilmek için sert gücün desteğine dayanır. Diğer yandan, sert gücün yayılması da ona eşlik eden yumuşak güçten ayrı düşünülemez. Bir yandan sert güç, yumuşak gücün yayılması için maddi temel ve güvence oluşturur, güçlü dayanak ve teknik destek sağlar; öte yandan, kültürel sömürgecilik Batı'ya yani gücün öznesine, ekonomik kazanç elde etmenin ve hegemonya sağlamanın yolunu açar. Sert güç yumuşak güç için kuvvetli bir destek oluşturur, aynı zamanda yumuşak güç de sert güce doğal, kamufle edici bir renk verir ve onun güzel bir paket içinde sunulmasını sağlar.
Batı toplumunun gerçek efendisi sermayedir ve sermayenin mantığı Batının kültürel sömürgeciliğine içkindir. Kapitalist toplumun hâkim ve baskın mantığı sermaye mantığıdır ancak bu sermaye mantığına tabi olan sadece ekonomik alan değildir; aynı zamanda kültürel alan da —eşit ölçüde— bu sermaye mantığının boyunduruğu altındadır.
Marks, Engels: Doğu Kapitalist Batının Boyunduruğu Altına Alındı
Kültürel sömürgecilik, kapitalist üretim tarzından ve sermayenin yayılmacı doğasından kaynaklanmaktadır. Marks ve Engels daha 1848'de "burjuvazi dünya pazarını açarak tüm ülkelerin üretimini ve tüketimini kozmopolit hale getirdi" ve "medeni olmayan ve yarı medeni ülkeleri medeni ülkelere, köylü milletleri burjuva olanlara tabi kıldı, sermaye ve kapitalizm Doğu'yu Batı'ya tabi kıldı" demişti.
Kültürel sömürgeciliğin toplumsal-tarihsel kökeninde bu boyunduruk ilişkisi yatar. Sınırsız çoğalma gerçekleştirme eğiliminin sermayenin doğasında olduğu iyi bilinir. Doyumsuz ve hatta vicdansız bir kâr arayışı ve kârın maksimizasyonu, burjuvazinin en büyük amacıdır. Ve bu hedefe içeride ulaşılamadığında yurtdışına yayılma burjuvazinin en iyi seçimi haline gelir. Kapitalist gelişmenin ilk aşamasında, burjuvazinin ilkel sermaye birikimini gerçekleştirmesi iç sömürü ve dış genişleme yoluyla oldu. Kapitalist ülkeler, kaynaklara el koymak ve pazarları işgal etmek için savaşlara girişerek ve ekonomik yağmalar yaparak sermayelerini sürekli genişletmiştir. Sermayenin yayılma sürecinde Batı kültürü de, Batılı ülkelerin yağmacılığını haklı çıkarmak, desteklemek ve ideolojik fetih çabalarını gerçekleştirmek amacıyla uygun bir kamuoyu ortamı yaratmak için ülke dışına ve dünyaya açılır. Eski ABD Başkanı Baba George Bush'un dediği gibi, "Amerikan sermayesini ihraç etmek, Amerikan değerlerini ihraç etmek demektir."
Batılı Değerlerin "Evrensel" Değer Haline Getirilmesi Kavgası
Sermayenin sınırsız çoğalma arayışı olma niteliği, kültürü de bir sermaye çoğaltım aracı olmaya itmiştir. Batı'da kültür endüstrisinin büyük zenginliğinin arkasında, sermaye birikimi peşinde dizginsiz çabanın hayaleti vardır. Kârlarını büyütmek için yeni alanlar arayışındaki Batı ülkeleri, sermayelerini kültür alanına yatırıyor, kendi kültürel varlıklarını ve kaynaklarını kültürel sermayeye dönüştürerek kültürel değer çoğalmasını sağlamaya çalışıyor. Kültürel sermayeyi ekonomik sermaye içine enjekte edip maddi üretim alanında seri üretime geçiyor ve sermayenin dolaşım sistemine sokuyor ve buradan gelir elde ederek sermaye birikimini artırıyor. Kültür endüstrisi alanındaki bu düşük maliyetler ve elde edilen muazzam kârlar nedeniyle kapitalist ülkelerin büyük şirketleri, aileleri ve oligarkları kültür endüstrisi sektörüne büyük yatırımlar yapmaktadır.
Batılı Medya ve Kültür Sektörünün Dev Gücü
Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nin kültür endüstrisinin merkezi Holywood'un milli gelirden giderek daha büyük bir pay aldığı ve küresel kültür pazarını hızla ele geçirdiği görülüyor. Örneğin, ABD film ve medya endüstrisinin gelişim sürecinde Disney, Fox, Columbia Pictures, DMax, Netflix ve benzeri şirketler film ve televizyon devleri haline geldi ve bunlar yarım yüzyıl boyunca Hollywood'u tekelinde tuttu.
Çin Merkezli Global Times gazetesi bu konuyla ilgili bir makale yayınladı: "Amerika'nın ilk 500 en büyük şirketi içinde ilk 10 içinde olanların tümünün Çin'de yatırımları var ve bunların Çin'deki işleri ABD'deki iş hacmini geçmiş durumda, hatta Çin'deki karlılıkları daha yüksek. Aynı durum aşağı yukarı Vietnam için de geçerli. Bu ilk 10 şirketin yarısı Amerikan Kültür sanayisinde iş yapan dev şirketler. ABD, geniş kitlelere hitap eden popüler kültürel ürünlerin küresel satış ve dağıtımıyla hem devasa miktarda döviz elde ediyor hem de kendi değerlerinin tanıtımını ve propagandasını yapıyor. Bu yeni-sömürgecilik yöntemleri, açık saldırı ve kuşatma gibi savaş taktiklerinden çok daha uygun ve daha sinsidir. Kârın olduğu her yerde sermaye vardır. Sermaye, kâr elde edemeyeceği endüstrileri asla tercih etmez. Sermayenin sürekli kâr peşinde koşan niteliği, onu ekonomik alandan kültürel alana nüfuz etmeye sevk etmiş ve bu olgu Batı ülkelerinin kültürel sömürgecilik faaliyetlerini büyük ölçüde kolaylaştırmıştır.
Kültürel Sembollerin "Öteki" Olanlara İhracı
Kültürel sömürgecilik aynı zamanda kültürel sembollerin ihracıdır. Kapitalist ideolojiyi ve değerleri sembolik bir sistem içinde kodlamak, onun söylemsel-ideolojik üstünlüklerini ve gelişmiş iletişim araçlarını kullanarak bunları "ötekileştirilmiş" olanların bilincine kazıyıp, yerleştirmek ve "beyin yıkamak" Batılı kültürel sömürgeciliğin klasik, bilinen hilesidir.
Bazı Batı ülkeleri, söylemsel avantajları ve gelişmiş iletişim araçlarıyla kültür endüstrisinin gücünden yararlanarak, sözde "özgürlük", "eşitlik" ve "demokrasi" gibi ideolojik kavramları "evrensel değerler" olarak markalaştırmıştır. Kültür sektörüne yatırım yapmış olan büyük sermaye, Fransız burjuva devrimini, Batıdaki sekülerizm kavgalarını ve Marks'ı bile Batılı kültürel değerler alanına katarak sömürgecilikte kullanır.
Yine sözde "rahat", "eğlenceli" ve "konforlu" yaşam tarzlarını, modern yaşamın modelleri olarak kodlayarak "öteki"nin tahayyül gücünü demokratik sisteme ve parlak modern hayata kelepçelemeye çalışıyorlar. Bu aslında Batılı siyasi değerlerini ve yaşam tarzlarını kültürel semboller üzerinden yayma girişimidir. Bu yolla "ötekilerde" bir hayranlık, alışkanlık ve bağımlılık geliştirecek ve böylece "öteki"nin Batı'ya hayran olmasını ve Batıların yaptığını yapmasını sağlayacaktır.
İdeolojik alanda Hakimiyet: Söylem
Söylem kontrolü ve hakimiyeti, kültürel sömürgeciliğin geliştirilmesinde ana halkadır. Batı, ekonomi, teknoloji ve iletişim ağı sistemindeki söylem hakimiyeti sayesinde kültürel alışveriş ve yaygınlaştırma süreçlerine hâkimdir, ideolojisini yayar, yumuşak güç yapısını güçlendirir ve uluslararası toplumda önderliğini inşa eder. Söylemin yeniden şekillendirme işlevi vardır, "özne" ve "nesne"yi şekillendirebilir veya "kişiyi" ve "öteki"ni şekillendirebilir. "Özne" ve "nesne"nin veya "kişinin" ve "öteki"nin görünme biçimini bozabilir.
Batı, söylemsel avantajı ile bir yandan sürekli olarak kendini yüceltmekte ve kendisinin "mükemmel" olduğu imgesini daha "gerçekçi" hale getirmek için "ırksal mükemmellik teorisi" ve "evrensel" değerler teorisini yaymaktadır. Öte yandan, "öteki"nin imajını çarpıtmak için sürekli olarak "öteki" olanı kötülemeye, hatta şeytanlaştırmaya çalışır. Bizden yani bizim gibi ötekileştirilmiş olanlardan bahseden Batı hikâyelerinde "bize özgü olmayan ve bizim yapımıza özgü olmayan pek çok şeylerden" söz edilmesinin nedeni budur.
Tarihin ve Komünizmin Sonu İdeolojisi: Söylem Üretiminde Üstünlük Hegemonya Yaratmaya Başlama Anlamına Gelir
Bazı Batı ülkeleri, söylem üretim ve inşasında sahip oldukları dünya tarihinde ilk vuruşu ve hamleyi yapanlar olma avantajını kullanarak "Batı-merkezciliği, Batı'nın üstünlüğü, "evrensel" değerler vb. kavramlarını ortaya atmakta ve savunmaktadırlar, ama aslında yaptıkları şey, Batı'nın çıkarları için kültürel sömürgeciliği teşvik etmektir. "Medeniyetler çatışması teorisi" ve "tarihin sonu" tezi, Batı'nın kültürel sömürgeciliğini meşru göstermek için ileri sürülmüş teorik gerekçelerdir. Bu teorik propagandanın tümü, "öteki" olanı Batı'ya karşı sıcak tutuma yaklaştırmak ve "öteki" olanları Batılı güçler ile müttefik kılmak amacıyla üretilmişlerdir.
Bu alanda reklamların da kullanılıyor oluşu, kültürel sömürgeciliğin daha etkili olmasına yol açmıştır. Çoğu insan, reklamcılığın yalnızca satılacak malları tanıtmanın bir aracı olduğunu düşünür, ancak mesele o kadar basit değildir. Reklam, bir yandan malların övülmesi ve propagandası için yapılır ama diğer yandan onları ihraç eden ülkelerin tüketici davranışlarının, yaşam tarzlarını ve değerlerini de kapsamlı bir şekilde yaymayı içerir. İngiliz yazar Douglas, "Bir ülkenin yücelttiği ideal değerler o ülkenin TV reklamlarında görülebilir" demişti.
Amerikalı tarihçi Daniel Boorstin daha da açık sözlü yazmıştır: "Yeni Dünya'ya (Amerika'ya) göç, ekonomik genişleme ve dünya çapında bir Amerikan yaşam tarzı ölçütü oluşturulması açısından, reklamcılık her zaman Amerikan kültürünün ve uygarlığının ana güçlerinden biri olmuştur".
Bugünkü bilgi teknolojisi çağında, reklam her yerde çok yaygın ve baştan çıkarıcıdır. Batı, reklamlar yoluyla seyahat, eğlence, kafe, golf, doğa sporları gibi "iyi" yaşam zevklerini bütün dünyanın insanlarına tanıtıyor. Gelişmekte olan ülkelerdeki insanların hayal gücünü kendilerinin tanımladığı "iyi yaşam" fikrine çoktan zincirlediler ve "daha yüksek" bir yaşam standardı elde etme imkânı olmayanların gözlerini kör ettiler. "
Gelişmekte olan ülkelerdeki insanların hayal gücünü "daha iyi bir yaşam" için prangaya vuran işte bunlardır. Bu, sadece ekonomik baştan çıkarıcılık değil, aynı zamanda manevi-entelektüel sömürgeciliktir. Reklamların dili ve söylemi "Öteki" olanı Batı tarzı yaşama sahip olma konusunda daha arzulu yapıyor ve Batı'nın değerleriyle daha fazla özdeşleşmesini sağlıyor. Batılı ülkeleri, bilinçsiz hedef kitlelerini, bu reklamların sayısız tekrarı yoluyla ve "beyin yıkama" yöntemiyle söylediklerine "ikna ediyor".
Hedef: Batı Kültürünün Biricik Değer Ölçütü Kabul Edildiği, Tek-yönlü Bir Kültürel Sistem İnşası
Bazı Batı ülkeleri, dünya kültürünü Batılılaştırma ve "evrensel" kılma hedefli ve Batı kültürünün biricik değer ölçütü kabul edildiği, tek-yönlü- bir kültürel sistem ortaya çıkaracak olan bir kültürel sömürgecilik politikası izlemiştir. Değer ölçütünün Batılılaşmasının sonucu ise, "ötekileştirilen" ulusların kültürel köklerinin parçalanması ve kültürel egemenliklerini yitirmeleridir. Batılı ülkeler, "ötekinin" kültürel egemenliğini kontrol altına alarak "öteki" ülkelerde rejim değişiklikleri yapmaya ve böylece dünyayı Batı egemenliği altına sokmaya çalışmaktadır.
Batılı ülkeler kendi değerlerini "meşru göstermek" yaymak ve ayakta tutmak için "evrensel değerler" yanılsamasına başvuruyorlar ve dünya kültürünü "Batılı değer yargılarının" standartları ile ölçmeye, böylece kendi ideolojilerinin, düşüncelerinin, kültürlerinin dünyayı fethini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Burada amaç ideolojik fetih ve kültürel hegemonyadır.
Örneğin, Amerikalı bilim adamı Jameson'a göre, kültürün küreselleşmesi için mücadele "küreselleşmenin gerçek özüdür: (yani) dünya kültürünün standartlaşmasıdır. Amerikan televizyonu, Amerikan müziği, Hollywood filmleri dünyadaki bütün diğer kültürel şeylerin yerini alıyor".
Bağımlı Ülkelerde Ulusal Nihilizmin Boy Vermesi ve Ulusal Gururun Yok Oluşu
Bu, dünyanın rengârenk ve çok çeşitlilik içiren kültürünü Amerikan kültürünün ölçütleri ile ölçme girişimidir. Önde gelen karikatür kültürü araştırmacısı Burke, Amerikan karikatürlerinin, izleyicilerinde "Amerikan yaşam tarzının tam da dünyadaki tüm insanlarının isteklerine uygun olduğu, Amerikan üstünlüğünün doğal olduğu ve herkesin çıkarına olduğu" fikrini yarattığına dikkat çekiyor.
Bu iddia, biraz abartılı olmakla birlikte, diğer ülkelerdeki bazı topyekûn Batılılaşma savunucularının kulağına da hoş geliyor. Batı ülkeleri, güçlülerin çıkarları için gerekli olan kültürel mantık ve düşünce tarzlarını aktif bir şekilde pazarlamakta, zayıf ülkelerin ulusal psikolojilerine ve bilincine sızmakta, yargılarını onların kültürlerini ve asimile etmekte ve dönüştürmektedirler. Bunun sonucu ulusal özne bilincinin kaybı, ulusal nihilizmin boy atması ve bağımlı ülkelerdeki ulusal gururun yok oluşudur. Bu sadece diğer ulus devletlerin yücelttiği ideallerini ve inançlarını değil, aynı zamanda kültürel egemenliklerinin temellerini de sarsar.
Gelişmekte olan ülkelerde kültürel kimliğin ve kültürel egemenliğin kaybı, Batı'nın kültürel sömürgeciliğinin gözle görünmeyen bir sonucudur ve Batı sömürgeciliğinin nihai hedefidir. Kültürel egemenlik, her ulusun geleceğini ve kaderini etkileyen önemli bir meseledir. Gelişmekte olan ülkelerde bir özgün, hâkim ve birleşik bir kültür olmadan, bir ülkenin merkezileştirici bir gücü ve bütünlüğü olamaz.
Güçlü Batılı ülkelerin diğer ülkelerin kültürel egemenliğini kendileri için bir sorun olarak görmeleri, kârlarını daha da büyütme ihtiyacından ve siyasi komplo mantığından kaynaklanmaktadır. Bu ülkeler, sömürgeci kültürün biçimlendirdiği "hâkim olma arzusu" ile sömürgeleştirilmiş ülkelerin siyasi egemenliğini denetim altına almaya ve ona hakim olmaya çalışırlar.
Eski ABD Başkanı Nixon'ın dediği gibi: "Doğu ile ne kadar çok etkileşime girersek, Doğu'yu Batı paradigmasının görüşlerine ve güçlerine o kadar çok tabi kılabiliriz… Bu tohumlar bir gün sosyalist ülkeleri ve diğer "ötekileştirilmiş olanları" barışçıl ve evrimci bir şekilde dönüştürmemizin tomurcuklarını taşıyacaklardır."
Niceliksel değişiklikler belirli bir düzeye ulaştığında, nitel değişimler meydana gelir ve biçimdeki dönüşüm genellikle içeriğin dönüşümünün habercisidir. Belirli koşullar altında, kültürel egemenlik konusunda ortaya çıkan bir çatışma, siyasi egemenlik üzerinde açık bir çatışmaya dönüşür. Soğuk Savaş dönemi sonrası yıllarda milliyetçiliğin hızla yükselişi ve birçok bölgesel çatışmanın ortaya çıkışının tetikleyicisi de buydu. Eski ABD İç Güvenlik Bakanı Tom Ridge bir keresinde, "Ortadoğu kaynaklı teröristler sadece ellerinde bomba taşıyan insanlar değildir. fikirler ve ideolojik söylemler güvenliğimiz üzerinde bombalarla eşit derecede ciddi bir etkiye sahip olabilir" demişti.
Düşüncelerin, sözcüklerin ve söylemin görünmez bir gücü vardır. "Bu görünmez güç, bir füze destroyerinin eşlik ettiği ticari mal taşıyan bir kargo gemisi kadar büyük değildir, fakat tüm dünyaya yayıldığında ve milyonlarca insanın düşünce ve duygularını etkiler, sonuçta da dolayısıyla sonuçta füzelerin ve ticari mal taşıyan kargo gemilerinin kaderini bile değiştirebilir." Ne yazık ki, 20. yüzyılın sonunda Sovyetler Birliği'nin çöküşü, Doğu Avrupa'daki ani ve dramatik değişimler ve 21. yüzyılın başındaki "renkli devrimler" ve "Arap Baharının" bu sonuçları verdiğini görüyoruz.
Kültürel fetih en eksiksiz ve en tam fetihtir, kültürel boyunduruk da en eksiksiz ve en tam boyunduruktur. İşte tam da bu yolla Batı ülkeleri, tek bir kurşun atmadan, diğer ülkelerde kargaşa yaratabilmekte, hatta rejim değişikliğine yol açabilmektedir. "Zemin hazır olduğunda istenen sonuca ulaşmak kolaylaşır" Bazı Batı ülkeleri tarafından izlenen kültürel sömürgecilik politikaları, tüm dünya ölçeğinde oldukça sinsi yol ve yöntemlerle yürütülmektedir. Bunun sonsuz sayıda kötü sonuçları pekala olabilir. Gelişmekte olan ülkelerdeki halk kitleleri uyanık olmalı ve bu tehdidi hafife almamalıdır.