Bir Analiz: 1916-1923 Yıllarında Kürtler Çok Elverişli Koşullarda Neden Bağımsız Devlet Kuramadı:

Bugünkü Türkiye'de Sert Politik Rekabetin Çok Yönlü Sosyal ve Kültürel Reformları Geriye İtmesi

Kemal Okur  

Emperyalist Sömürgeci Savaş galibi İtilaf Devletleri tarafından Türkiye'ye dayatılan Sevr Anlaşması, Türkleri ölüm ile yaşam arasında bir tercih yapacakları kritik bir yol ayrımına getirdi. Mustafa Kemal önderliğindeki Türk milliyetçileri, bu antlaşmanın Türklerin çıkarları ve egemenlik haklarına ağır şekilde zarar verdiğini savundular; bu nedenle antlaşmayı tanımadılar ve ülkenin ulusal çıkarlarını savunmak için etkili bir örgütlenme içine girdiler. Mustafa Kemal önderliğinde yaklaşık 4 yıllık mücadele sonucunda Türk ulusal kurtuluş hareketi zafer kazandı. İtilaf Devletleri, 1921'de müzakereler için Osmanlı İmparatorluğu (İstanbul hükümeti) ile birlikte Ankara'daki Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) temsilcilerini Londra'ya davet etti.

TBMM temsilcileri, Sevr Anlaşması'nın iptal edilmesini istedi. Ancak bu istek, kabul edilmedi. Eylül 1921'de, Türk ordusu, Yunan ordusunu yendi ve Fransa ile İtalya bu gelişmenin hemen ardından Sevr Anlaşması'nı tanımadıklarını ilan ederek TBMM ile barış anlaşması yapma yoluna gittiler. 20 Ekim 1921'de TBMM ile Fransa arasında ateşkes anlaşması imzalandı. Anlaşmanın 6. Maddesi, TBMM hükümetinin Anayasa'da azınlık haklarını resmi olarak tanımasını öngörüyordu. Türkiye, 1922'de İngiliz destekli Yunanistan'a karşı kesin bir zafer kazandı ve bunun sonucunda İtilaf Devletleri, Sevr Anlaşması'nı feshetmek zorunda kalıp, İsviçre'nin Lozan kentinde barış görüşmeleri başlattılar. 24 Temmuz 1923'te, Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında barışı yeniden tesis eden Lozan Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma sonucunda İtilaf Devletleri, Türkiye'nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü tanıdı ve Karadeniz'den Ege Denizi ve İran'a kadar olan bölgenin Türkiye'ye ait olduğunu teyit etti.

Doğu Trakya ile İzmir'in Türkiye'ye geri verilmesi kararlaştırıldı; Ermeniler, Kürtler ve diğer etnik grupların hak iddia ettiği yerler Türkiye'de kaldı. Musul hakkındaki karar geleceğe bırakıldı. Türkiye hükümeti, Mısır, Tunus, Fas, Libya ve diğer yerler üstündeki iddialarından vazgeçti ve Kıbrıs'ın İngiltere'ye , Ege'deki 12 Adalar'ın İtalya'ya verilmesini kabul etti. Tarafların karşılıklı borçlarının geri ödemesi kabul edildi. Türkiye, Osmanlı döneminden kalan borçları ödemeyi kabul etti. Taraflar mali ve gümrük alanında denetim haklarını iptal ettiklerini duyurdu ve Türkiye kendi gümrükleri üzerinde egemenlik haklarını geri kazandı. Boğazlar'ın askerden arındırılması ve tüm ülkelerin gemilerinin serbest geçişi konusunda anlaşıldı. Lozan Antlaşması, Türkiye için kurucu antlaşmadır. Türkiye, Arap bölgelerini ve Kıbrıs'ı bırakmış olmasına rağmen, Doğu Trakya'yı elinde tuttu ve Kürtlerin özerklik elde etmesini engelledi. Lozan Antlaşması'na göre, Türkiye, Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerin gayrimüslim azınlık statüsünü tanıdı ancak Kürtleri Müslüman azınlık olarak tanımayı reddetti. Lozan Antlaşması, Kürtler için berbat bir haberdi. Sevr Antlaşması, Paris Barış Konferansı'nda imzalanan antlaşmalar arasında uygulanmayan ve tamamen vazgeçilen tek anlaşma oldu. Lozan, Kürtlerin özerkliğini ya da bağımsızlığını gözardı etti. Batı Avrupalı sömürgeci ülkeler, kendi aralarında ihtilafa düştükleri için, Kürtler ulusal bağımsızlık yolunda tarihlerindeki en büyük fırsatı kaçırmış oldular. 

Kürtlerin bağımsızlık mücadelesi açısından en iyi dönem, Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi ile Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı arasındaki dönemdi. Bu süreçte, Türkiye iç siyasetinde ciddi bir iktidar boşluğu bulunuyordu. Osmanlı Sultanı'nın otoritesinin, İstanbul dışında iktidarı yoktu, ordu dağılmış ve Kürtler ile uğraşacak durumda değildi. Dışarıda ise, İngiltere  ve Fransa, Kürt bağımsızlığını desteklemeye söz vermişti. Savaş sırasında, İngiliz ve Fransa birlikleri, Gaziantep ve Urfa'dan çekildiler.

İran'da da iç siyasi kargaşa hakimdi ve zayıf merkezi hükümet, Kürt sorunu ile ilgilenemez durumdaydı ve sorunu kenara koymak zorunda kalmıştı. Kürdistan'a göz diken Çarlık Rusya'sında, Ekim sosyalist devrimi olmuştu. Yeni sosyalist devlet, eski rejimin saldırganlığına son vermiş, ulusal ve demokratik devrimlere destek vermeye başlamıştı.

Bu elverişli koşullara rağmen Kürtler, bağımsız bir ülke kurmayı başaramadılar. Bu sonuca neden olan birçok neden bulunuyor. Bu nedenlerden en önemlisi, Kürt milliyetçiliğinin o dönem hâlâ emekleme evresinde olmasıdır. Ulusal birlik henüz olmadığı için ulusal güçleri sınırlıydı ve Kürtler arasında ulusal bağımsızlık duygusu henüz tam olarak oluşmamıştı.

Birincisi, Kürtlerin, Mustafa Kemal gibi halkı bir araya getirip bağımsız bir devlet kuruluşuna öncülük edebilecek güçlü ulusal liderleri yoktu. Kürt liderlerin çoğu, geri fikirlere, dar bir vizyona ve yetersiz modern ulusal bilince sahip feodal aşiret reisleriydi. Bu kişiler, dinsel ve aşiretsel düşüncenin derin etkisi altındaydı. Bir ulus devlet kurabilecek kapasitenin çok uzağındaydılar. Söz konusu dönemde Kürtler, on yıllar önce isyanlara öncülük eden Bedirhan ve Yezdan Şer gibi liderlere de sahip değildi.

İkincisi, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında, merkezi hükümetin güçlü bir kontrole sahip olduğu dönemin ardından Kürtler bir kez daha geleneksel aşiret egemenliği düzeninde yaşıyorlardı. Kürtler kendi aralarında bölünmüş ve her aşiret sadece kendi çıkarları için mücadele ediyordu. Dahası, Kürtler, ulusal bağımsızlık hareketine öncülük edebilecek güçlü bir siyasi örgütlenmeye sahip değildi. O dönemdeki en güçlü Kürt örgütü, 1918'de kurulan Kürt Teali Cemiyeti idi. Kurucuları arasında Ekrem Cemil Paşa, Reşit Ağa, Şeyh Abdülkadir, Mehmet Şükrü Sekban gibi tanınan Kürt siyasi liderlerin bulunduğu cemiyetin ilk genel toplantısında, Şeyh Abdülkadir başkanlığa seçildi. Bedirhan Bey'in oğlu Emin Ali Bey ile Fuat Paşa başkan yardımcıları olurken, Hamdi Paşa genel sekreter oldu. Cemiyetin İstanbul şubesinden Müküslü Hamza, Motkili Halil Hayali ve Said-i Kürdi'nin öncülüğüyle Jîn (yaşam) isimli dergi yayınlanmaya başladı. 

Cemiyet, ABD Başkanı Woodrow Wilson'ın ilan ettiği ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini aktif olarak savunuyordu. Dahası, bağımsızlık talebini ifade etmek üzere İstanbul'daki ABD, İngiltere ve Fransa elçiliklerine delege yolladılar. Ancak, cemiyet içinde bağımsızlık konusunda ciddi görüş ayrılıkları bulunuyordu. Genç üyeler, tam bağımsızlığı savunurken, Başkan Şeyh Abdülkadir'in temsil ettiği soylular, özerklik talep ediyordu. Abdülkadir, "Eğer böyle desteğe ihtiyaçları olduğu bir dönemde Türkleri yalnız bırakıp bağımsızlık ilan edersek, bu onlar için ölümcül bir darbe olur. Kürtlerin onuruna yakışmayacak böylesi bir adım atmamalıyız. Önerim, onlara yardım etmemizdir. Dahası, bildiğiniz gibi, Türkler, Kürt özerk bölgesi kurulması konusunda bizimle hemfikirler. Ayrıca biliyorsunuz, eğer sözlerini tutmazlarsa, Kürt halkı bu hedeflerini zor kullanarak gerçekleştirebilirler" diyor ve özerklik hedefine ulaşmak için Türklerle birlikte mücadele önerisinde bulunuyordu. İronik bir şekilde, yeni kurulan rejim sözlerinde durmadı ve Kürtlerin silahlı isyanı başarısız oldu. Şeyh Abdülkadir, Mustafa Kemal tarafından idam edildi.

Bunun üzerine Kürt Teali Cemiyeti içinde özerklik taraftarlarıyla bağımsızlık taraftarları arasında bir ayrışma yaşandı. Bağımsızlık taraftarları, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti adlı yeni bir örgüt kurdu. Bağımsızlık hareketi, Mart 1921'de Mustafa Kemal tarafından bastırıldı ve 110 kişi hakkında idam kararı verildi. Dersim'deki Kürt aşiret liderlerinin ricası üzerine, Mustafa Kemal bu kişilerin birçoğu hakkında af kararı çıkardı. Aslında, Mustafa Kemal af kararını, kendini yeterince güçlü hissetmediği ve Kürtlerin desteğine ihtiyaç duyduğu için almıştı. Bu süreçte aktif olan bir diğer örgüt, Kürdistan'ın Özgürlüğü örgütü idi. Bu örgüt, temel olarak diplomatik yollarla bağımsız Kürdistan için mücadele ediyordu. 1922'nin sonunda Erzurum'da Süreyya Bedirhan, Yusuf Ziya ve Halit Bey'in öncülüğünde Kürt İstiklâl Cemiyeti (Azadi) kuruldu. Siirt, Bitlis ve diğer yerlerde şubeleri açılan ve silahlı bir isyan için hazırlık yapan cemiyetin üyeleri arasında birçok aydın, sanatçı ve işadamının yanı sıra General İhsan Nuri ile Şeyh Said, Şeyh Şerif ve Şeyh Abdullah gibi isimler de yer alıyordu. Kürt Kulübü de tekrar aktif hale gelmiş ve politikaları Kürt İstiklal Cemiyeti ile benzerlik gösteriyordu. Yüzlerce üyesi olan ve önceleri kültürel faaliyetlere ağırlık veren Kürt Kulübü, sonrasında silahlı mücadele yöntemini benimsedi.

Kasım 1920'de, Dersim'in (Tunceli) batı bölgesinde Alevi inancına sahip ve Alişan Bey liderliğindeki Kürt Koçgiri aşireti, Mustafa Kemal'in ulusal ordusuna karşı ayaklandı.  Ne Sünni Kürtlerden ne de Alevi Kürtlerden destek alan bu isyan, Nisan 1921'de bastırıldı.

Sevr Antlaşması'ndan Lozan Antlaşması'na kadar geçen süreçte, Kürtler, bağımsızlık fırsatını değerlendiremedi ve Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında bulunan Kürdistan toprakları üç parçaya bölündü: Kuzey Kürdistan Türkiye'de; güney Kürdistan, İngiliz hakimiyeti altındaki Irak'ta; batı Kürdistan ise Fransa hakimiyeti altındaki Suriye'de kaldı. Lozan Antlaşması, Kürdistan'ı tarihte ikinci kez resmi olarak parçalara ayırdı. 17. yüzyılda İran'a dahil olan doğu Kürdistan ile birlikte, Kürdistan toplamda dört parçaya bölünmüştü. Söz konusu bölünmüşlük, halen aynı şekilde varlığını sürdürüyor. 

Sonraki yıllarda, kendi ulusal kaderini tayin etmek ve kendileri için bir Kürt devleti kurmak, dünyanın dört bir yanındaki tüm Kürtlerin ortak hayali oldu. Başta Avrupa olmak üzere birçok ülkede Kürt diasporaları oluştu.

Bir yandan Kürt milliyetçiliği gelişirken, Kürtlerin yaşadığı ülkelerin hükümetleri, çeşitli ölçülerde büyük ulus şovenizmi ya da etnik asimilasyon politikaları uyguladılar. Kürt ulusal haklarını sınırladılar, hatta tümüyle yasakladılar ve ayrımcılık yaptılar. Bu koşullarda, Kürt sorunu ve Kürtlerin ulusal talepleri ve mücadelesi yoğunlaşmaya devam etti. Kürtler, sırasıyla ulusal haklar, özerklik ve nihayet bağımsızlık için mücadele etmeye başladılar ve hedef yükselttiler. Böylece tek tek ülkeler içinde çok yönlü reformlarla çözülmeyen Kürt sorunu, Ortadoğu'da bölgesel istikrar, bölge ülkelerinin ülkelerin toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliğini tehdit eden vahim bir hal aldı. Kürt sorunu, özellikle Türkiye'nin ulusal birliğini ve politik güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden çok ciddi bir politik ve sosyal soruna dönüştü. Politik güvenlik sorunu, askeri güvenlik sorunu ile içiçe geçmeye başladı.

Kürt Sorununun Yoğun İç Politik Savaşların Nesnesi Haline Gelmesi

İçerdeki farklı Türk partileri arasındaki ve askeri-bürokratik sınıf içindeki yoğun siyasi çatışmalar içinde Kürt sorununu kullanarak birbirleri üzerinde üstünlük yarışına girdiler ve Kürt Sorunu çok daha hızlı bir biçimde politikleşmiş oldu. Bu iç rekabet ve çatışma, Batıdan gelen güçlü reform baskılarıyla birleşince, 1991- 2021 arasında Kürt oylarına talip olan etnik temelli ve ayrılıkçı milliyetçi görüşleri destekleyen bir büyük Kürt partisinin yasal ve meşru bir zemin kazanmasına yol açtı. Bu sert politik rekabet koşullarına Kürt sorunu ile ilgili çok yönlü reformlar gereksinimi politik gündemin alt sıralarına düşmüş oldu.

Gêrard Chaliand, Devletsiz Bir Halk: Kürtler ve Kürdistan, s. 33 (A People Without a Country: The Kurds and Kurdistan)

Yorum Bırakınız

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir