Dünyada Sosyalizm

Çinli Marksist Teorisyenler Rus ve Çin Devrimlerini Nasıl Ele Alıyor?

Tarihsel Zorunluluk: Batı Kapitalizminin Temel Çelişmesinin Daha Gerideki Ülkelerin Devrimlerine Etkisi

Tarihsel Zorunluluk: Batı Kapitalizminin Temel Çelişmesinin Daha Gerideki Ülkelerin Devrimlerine Etkisi

Batı kapitalizminin ve genel olarak kapitalizmin temel çelişmesi emek-sermaye ve işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişkidir. Bu "benzer çelişkinin" geri ülkelerde de doğması sayesinde, geride kalmış ülkelerin, belirli bir tarihsel süreci kısaltabilmeleri mümkün olabiliyor. Yani kapitalizm öncesi toplumu veya kapitalist toplumu aşarak ilerlemeleri veya belirli bir toplumsal yapının 'üzerinden atlamaları' ve böylece doğrudan daha ileri bir toplumsal yapıya geçebilmeleri mümkün olabilmektedir.

Rusya ve Çin gibi prekapitalizmin oldukça güçlü olduğu geri düzeydeki doğu ülkelerinin, "kapitalizmin yerini sosyalizme bırakmasının kaçınılmazlığı yasasını" gerçekleştiren ilk ülkeler olmalarının bir sebebi de budur.

Rusya, yirminci yüzyılın başlarında yeni bir dönemden geçiyordu. Dünya tarihinin genel sürecinde görüldüğü üzere kapitalizm, serbest rekabet aşamasından tekelcilik aşamasına doğru evrilmiş ve (evrensel düzlemde) kapitalist üretim tarzının içsel çelişkisi, sık sık oluşan ekonomik krizlerle keskinleşmiş ve kendisini ifade etmişti.

Aynı zamanda kapitalizmin gelişimi birçok ülkede eşitsizlik göstermiş ve dünya pazarı çerçevesinde, meta üretiminin—dünya ölçeğinde—gelişiminin kaçınılmaz sonucu olarak kapitalist dünya düzeninin çelişkileri dünyanın her bir bölgesine yayılmıştı. Lenin bu dönem üzerine yaptığı derinlemesine analizler sonucunda, "ekonomik ve siyasi gelişimdeki eşitsizliğin, kapitalizmin mutlak ilkesi" olduğunu ve bu mutlak yasanın kapitalizmin toplam zincirinde kaçınılmaz bir şekilde zayıf bir halka oluşturacağını görmesi olanaklı olmuştu. Böylece, Lenin'e göre sosyalist devrim, önce az sayıda ülkede veya hatta tek bir ülkede zafer elde edebilecekti. Ülke içi durumu bakımından bakıldığında o zamanlar Rusya kapitalist yola girmişti ve Rusya'da "en gelişmiş sanayi kapitalizmi" ile "en geri toprak mülkiyeti" bu ülkede bir arada mevcuttu, modern tekelci kapitalizm ile kuşatılmış ve iç içe geçmiş bir prekapitalizm Rusya'da iç içe idi.

Fakat Batı Avrupa'ya kıyasla Rusya hala toplamda geri kalmış bir ülkeydi. Bu yüzden Rusya siyasi konum bakımından doğu ülkeleri arasında yer almaktaydı. Bunun yanı sıra Rusya 6 büyük güçten bir olarak dünya emperyalizminin savaş sisteminde yer almış ve böylece savaş sürecinde Batı Avrupa'daki kapitalist üretim tarzının içsel çelişkisinin güçlü etkisine, güçlü ve geniş sızmasına maruz kalmıştı.

Uluslararası ve yerel koşulların birleşimi, Rusya'da batılı gelişmiş ülkelerinkine "benzer bir çelişkinin "ortaya çıkması için şartları zorluyordu. Bu "benzer çelişki" neydi? Şüphesiz, bu proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkiydi. Ve bu "benzer çelişki" Rusya'daki diğer üç çelişmeyi, burjuvazi ve toprak sahipleri sınıfı arasındaki çelişkiyi, burjuvazi ve köylü sınıfı arasındaki çelişkiyi ve toprak sahipleri sınıfı ile köylü sınıfı arasındaki çelişkiyi de kapsayan, bir çelişme haline gelmiştir.

Yoğun bir şekilde iç içe geçmiş olan ve keskinleşen bu çelişkilerin tümü Rusya'yı o zamanın toplam kapitalist dünyasının zayıf halkası ve kapitalist dünya düzeninin bütün içsel çelişkilerinin odak noktası haline getirmişti. Bu durum, proletaryaya, Rusya'ya kapitalizm tarihsel sürecini kısaltıp sosyalizmin tarihsel sürecine doğru ilerleme olanağını vermiştir.

Rusya proletaryası bu tarihsel trendi sıkıca kavrayarak, tarihin kendisine verdiği "mükemmel fırsatı" değerlendirdi ve başarılı bir şekilde Ekim Devrimini gerçekleştirdi. Böylece proletarya Rusya'nın gelişimini "özgün bir yola" (alışılmadık yola) soktu ve ekonomik az gelişmiş bir ülke dünya tarihinin en ön safında yer almış oldu. Aslında bu "tuhaf yol"1 olanağının doğmasının kaynağı neydi: Yukarıda açıkladığımız gibi, bir yandan üretim tarzının çelişkili deviniminin ulusal niteliği ile evrensel niteliğinin etkileşimi, diğer yandan dünya ölçeğindeki kapitalist üretim tarzının içsel çelişkisinin Rusya'nın içine ve üstüne yönelik etkisi ve sızması idi.

Bu "bilinmedik özgün yolun" asıl kaynağı ise, tarihin bir önemli yasası yani kapitalizmin kaçınılmaz olarak yerini sosyalizme bırakması tarihsel eğilimi idi.

Rusya'daki Ekim Devrimi, kapitalizmin kaçınılmaz olarak yerini sosyalizme bırakması sürecinin gerçekleşmesinin başlangıcıydı ve yeni bir çağı, yani sosyalizm çağını açmıştı. Bununla birlikte, 1980'lerin ortasından itibaren Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'da gerçekleşen "ani değişiklikler", dünyada sosyalist akımın gelişiminin yavaşlamasına sebep oldu. Bu yüzden Fukuyama ve diğerleri, kapitalizmin liberal demokrasi sisteminin "insanlığın ideolojisinin geldiği son nokta ve insanın bulduğu yönetim biçimlerinin zirvesi olduğunu ve dolayısıyla tarihin sonunu" oluşturduğunu savunarak Ekim Devrimini ve Marx'ın "iki kaçınılmaz" düşüncesini yadsımışlardı.

Bu aslında tarihsel nihilizmdir. Bir insanın doğumunu onun ölmesinden dolayı yadsıyamayacağımız gibi, geçmiş bir başarıyı da, daha sonraki bir başarısızlık nedeniyle yadsıyamayız. Geri durumdaki ülkelerde başlayan sosyalist pratik, elbette halan gücünü belirli ölçüde koruyan görece güçlü bir kapitalist dünyada büyük zorluklarla karşılaşacaktır. Bu koşullarda hiçbir girdap olmaması, geçici yenilgi veya patinajların olmaması imkansızdır, hatta tersine dönmeler ve gerilemeler bile olabilecektir.

İşin kilit noktası; geriye dönüşün veya gerilemenin olduğu bir ülkede, burjuvazinin oluşumuyla beraber şüphesiz, ücretle çalışan işçi sınıfı da ortaya çıkacaktır ve burjuvazi hakim bir konum kazandıkça, kesinlikle işçi sınıfı boyunduruk altına alınacaktır. Bunun ardından, o çözülmüş olan çelişki yeniden ortaya çıkacak ve "iki kaçınılmazlık" yasası farklı, değişik tarihsel şartlar altında yeniden işlemeye başlayacaktır. Dolayısıyla tarih hiç bitmemiştir ve bitmesi de imkansızdır.

Rusya kapitalist tarihsel süreci kısaltıp sosyalizme doğru yönelmişti, Çin ise kapitalist tarihsel aşamanın üzerinden atlayarak, yarı-sömürge ve yarı-feodal bir toplumdan doğrudan sosyalist yola doğru yönelmiştir.

Çin'in içine girdiği bu daha da "tuhaf" olan yola girmesinin nedeni de yine yukarıda incelediğimiz kapitalist üretim tarzının çelişkili deviniminin ulusal (ülkesel) niteliği ile evrensel niteliği arasındaki etkileşimin diyalektiğidir. Bu, sosyalizmin, kapitalizmin yerini almasının kaçınılmazlığının özel bir görünüm biçimidir.

Yirminci yüzyılın ilk yarısı boyunca Çin'in toplumsal üretici güçleri, özgün bir niteliğe sahipti; şöyle ki geri kalmışlık ve gelişkinlik iç içeydi. Bireysel tarımsal ekonomi ve bireysel zanaat üretimi %90 iken modern sanayi sadece %10'unu kapsıyordu. Bunların ilki "eski çağlardakine benzer" geri üretici güçlerdi, ikincisi ise ülkenin ekonomisinin can damarını merkezi bir biçimde kontrol eden ve 3 milyon modern işçiyi eğiten gelişkin üretici güçlerdi. Bu iki tür üretici güçler, etkileşim ve karşılıklı belirleme ilişkisi içinde Çin'in genel üretici güçlerini oluşturmuş ve bu üretici güçlere ikili bir nitelik vermişti. Bir yandan "Çin'in iki olası kaderini" belirleyen, diğer yandan Çin'de gelecekteki gelişim sürecinde kapitalist üretim ilişkilerini oluşturma ve geliştirme veya sosyalist ilişkileri oluşturma gibi iki olasılığa sahip olmasına yol açan şey bu ikili karakterdi. "Çin'in iki olası kaderinin" nedeni batılı kapitalist üretim tarzının temel iç çelişkisinin Çin üzerindeki veya Çin içindeki etkisinin ve bu çelişmenin Çin'e sızmasının bir sonucuydu. Çin'in gelecekteki gelişiminde hangi olasılığın gerçekleşebileceği büyük ölçüde bir yandan Çin ile dünya arasındaki ilişkiye, diğer yandan dünya tarihinin genel eğilimine bağımlı olacaktı.

Ülkenin tarihinin incelemesinde görüldüğü gibi, Çin batılı kapitalist ülkeler tarafından zorla dünya-tarihsel sürecin içine sürüklenmişti. Bu süreç boyunca, batı kapitalizmi Çin'de "yeni sanayiler" yaratmış, feodal ekonominin alt yapısını yok edip, bir bakıma Çin'in kapitalist gelişimini bilinçsizce belirli bir düzeyde hızlandırmıştı, Birinci Dünya savaşı-büyük kapitalist güçlerin zayıflamasıyla- bunu daha da hızlandırdı. Öte yandan, batı kapitalizmi Çin'in feodal güçleri ile ortaklaşa (işbirliği içinde) bir şekilde Çin'in kapitalist gelişimini baskı altına almış aynı zamanda Çin'deki kapitalizmi çarpık bir konuma sokmuştu (işbirlikçi tekelci kapitalist üretim ilişkileri, Jiang Zemin).

Mao'ya göre "Çin'i işgal eden emperyalist güçlerin amacı kesinlikle feodal Çin'i kapitalist Çin'e dönüştürmek değildir. Aksine, amaçları Çin'i kendilerinin yarı-sömürgesi ya da tam sömürgesi haline getirmektir". Başka bir deyişle batılı kapitalist ülkeler Çin'in bağımsız kapitalist bir ülke olmasına izin vermemişlerdi. Çelişkili gibi görünüyor, ama gerçek buydu. Batılı kapitalizmin çıkarcı yapısı bu tarihsel olguya—bu kısıtlamaya—yol açmıştı.

Dünya tarihi boyutundan baktığımızda, yirminci yüzyılın ilk yarısında, kapitalist üretim tarzının içsel çelişkileri yoğunlaşmış, sık sık ekonomik krizler meydana gelmiş, savaşların boyutları büyüdükçe büyümüş ve kapitalizmin "geleceğinin" gelişmekte olan ülkelerle bağlantılı olması durumu ortaya çıkmıştır. Bu arada öte yandan, Ekim Devrimi, ekonomik açıdan geri kalmış ülkelere "Rusya'nın yolunu izlemeleri" için ilham vererek dünya tarihinin gelişme eğilimini değiştirmiştir. Bu tarihsel dönemde sosyalist ve gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi hareketleri ve sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketleri, tüm dünya ölçeğinde birbirlerini etkilemiş ve "dünya sosyalist devrimleri çağını" oluşturmuştur. Çin, o zamanlar bu "dünya sosyalist devrimleri çağının" içindeydi.

Uluslararası ve yerel koşulların birleşimi, yani bir yandan Çin'deki üretici güçlerin ikili yapısı, diğer yandan batılı kapitalist üretim tarzının içsel çelişkisinin Çin üzerindeki etkisi ve Çin'e sızması ve öte yandan "dünya sosyalist devrimleri çağı" gerçekliği—bu üçü—Çin açısından sosyalist yolu ve sosyalist devrimi tarihsel bakımdan zorunlu hale getirmiştir.

Tarihsel zorunluluk, sosyo-ekonomik yapının (Alm. ökonomische Gesellschaftsformation) hareketinin tarihsel süreç üzerindeki temel belirleyiciliğine işaret eder. Çin'de sosyalist devrimin tarihsel zorunluluğu, Çin'in gelecekteki gelişiminin genel eğilimini belirlemektedir, sosyalist devrimin gerçekleşmesi bir yandan kendisini Çin halkının pratik süreci olarak ifade etmiştir, diğer yandan bu sosyalist devrimin gerçekleşme tarzı, Çin'deki yerel sınıfsal güçler arasındaki çelişmelere ve karşıtlıklara bağlı olmuştur.

Böylece 20. yüzyılın ilk yarısı boyunca Çin'de, bir yandan batılı kapitalist ülkelerdeki "benzer çelişki" yani proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki etkili olmuştu, diğer yandan Batılı ülkelerde olmayan türde "bir dizi çelişki" söz konusu olmuştu. Bunlar, birincisi, Çin ulusu ile batılı "burjuva uluslar" arasındaki çelişki, ikincisi, geniş halk kitleleri ile feodalizm arasındaki çelişme, köylü sınıfı ile toprak ağaları arasındaki çelişme, ulusal burjuvazi ile yabancı burjuvazi ve ayrıca ulusal burjuvazi ile bürokratik burjuvazi arasındaki çelişkiler gibi, bir dizi çelişme bir arada var olmuştu.

Bütün bu Çin'e özgü çelişkiler, evrensel olan proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki ile birleşerek—iç içe geçerek—büyük bir toplumsal düğümlenme oluşturdu. Bu karmaşık çelişmeler yumağı içerisinde—ikisi birleşerek—batılı "burjuva uluslar" ile Çin ulusu arasındaki çelişki ve feodalizm ile geniş halk kitleleri arasındaki çelişki, toplumdaki temel (baş-en önemli) çelişkiyi oluşturdu. Bu baş çelişki, Çin'de kapitalizmin yerini sosyalizme bırakmasının kaçınılmazlığına özel bir gerçekleşme biçimi vermişti. Ve hakikaten gerçek buydu.

Orijinal anlamıyla, sosyalist devrim, Çin'de, temel olarak yeni demokratik devrim aracılığıyla gerçekleştirilmiştir, öte yandan yeni-demokratik devrim ve Çin özgü niteliklerde sosyalizmin inşası, Çin'e "iki kaçınılmazlık" yasasını gerçekleşmesi için somut bir yol sunmuştur.

Bazı araştırmacılar, Çin tarihini araştırırken, tarihsel zorunluluğu hiç dikkate almamakta ve "eğer şöyle ise… o zaman…" gibi kuramsal yargılarla tartışmaktadır. Onlara göre, Çin'de 1898'deki Yüz Gün Reform hareketi başarılı olsaydı, bu takdirde Çin bu kadar geri kalmış olmazdı; eğer Çin, 1950'lerde kapitalist yolu tercih etmiş olsaydı, o zaman bugün… şöyle olurdu. Fakat kanımca tarihsel gelişimin "eğer… o zaman…" formülüne bağlı olmayan kendi iç yasası vardır. Zaten, tarih araştırmaları "eğer… o zaman…" gibi yargıları hiç bir zaman kanıtlanamayacaktır, dolayısıyla bilimsel hiçbir değeri yoktur. Bu tür bir araştırma tarzı, bizi tarihsel hakikate değil, tarihsel yanılsamaya götürecektir. Bu aslında, yel değirmenini bir canavar olarak gören Don Kişot'un savaşı değil, iki tarih anlayışı yani idealist tarih görüşü ile materyalist tarih görüşü arasındaki karşıtlıktır.

Kaynaklar:

Fukuyama, Tarihin Sonu. İç Moğolistan, Hohhot: Yuanfang Yay., 1998: s. 1.

Mao Zedung, Seçme Eserler. Pekin: Halk Yay., 1991, 2. Baskı, Sayı.2, s. 628.

Not: Bu yazı Çinli filozof Yang Geng'in bir yazısından esinlenmiştir.

  1. Ç.N.: Rusya sosyalist yola girmişti. []

Yorum Bırakınız

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir