Hakkımızda Sosyalist Birlik (Marksist)
Bir Yanda Marksist Dünya Görüşü ve Sınıf Tutumu Diğer Yanda Genel Tarihsel İlerleme. Marksist Sosyalistlerin Tarih Değerlendirmesi Üzerine Teorilerini Netleştirmesi Gerekiyor
Türkiye toplumu 1923'ten itibaren hep gelişti ve ilerledi bugün de ilerliyor ve gelişiyor, örneğin bugün ulusal savunma sanayi gelişiyor; bazen ilerleme temposu zayıf, bazen görece hızlı fakat hep bir ilerleme söz konusu oldu. Türkiye'nin NATO'ya girmesi tarihsel trendin ve Türkiye'nin zayıflığının ve toplumsal sınıf yapısının kaçınılmaz bir sonucuydu.
NATO'ya girildikten sonra da ilerleme sürdü. Bu gelişme işçi sınıfının çıkarlarına değil, emperyalizme karşı değil diye gelişme olmuyor demek doğru olmaz. Bu gelişme işçi sınıfına ve sosyalizme en az faydayı sağlıyor diye, bu gelişmeyi inkar etmek Marksizm ile çelişir. Her tarihsel olaya ikili bir yaklaşım içinde bakmalıyız. Türkiye NATO'ya girince savunma giderleri yükü azaldı, sosyo-ekonomik gelişmeye ekonomik kalkınmaya daha fazla kaynak ayırmaya başladı, fakat üzerindeki emperyalist kontrol artmış oldu.
Lenin Parti Program Taslağı Üzerine adlı yazısında şöyle yazıyor: Marksist görüş açısından bakıldığında ve bir bütün olarak bakıldığında—toplumsal gelişmenin çıkarları, işçi sınıfının çıkarlarından daha yüksektir, ikincisi sosyalist işçi hareketinin (sosyalist akımın çıkarları) çıkarları da işçilerin bir kesiminin çıkarlarından daha yüksektir ve sosyalist işçi hareketinin bütünsel ve uzun vadeli çıkarları, hareketin belirli bir aşamasının çıkarlarından daha yüksektir.
Türkiye toplumu pre-kapitalizmi sancılı bir şekilde aştı yerine kapitalist bir toplum yarattı bu bir ilerleme değil mi? Kapitalizm pre-kapitalizme göre bir ilerleme değil mi? Geri bir tarım ülkesinden sanayi ülkesi haline geldi, bu da bir ilerleme. Otokratik bir siyasi yapıdan burjuva demokrasisi devleti yolunda ilerledi, bu ilerleme değil mi? Daha detaylı bir değerlendirme yapılabilir, tarihsel gelişme çeşitli dönemlere ayrılabilir. 1938'den sonra ilerleme ve gelişme durdu, 1946'dan sonra geriye doğru gitmeye başladı demek gerçekçi değildir. Şimdi moda bir değerlendirme var. AKP geldi, Türkiye ilerlemedi geriye doğru gitti hala gidiyor deniliyor, tabii ki bu da gerçekçi bir değerlendirme değil. Bunu söylemek için AKP'li olmak veya işçi düşmanı olmak gerekmiyor.
Sosyalistlerin görevi bu ilerlemenin kısıtlarını ve yarattığı sorunları ve geri, olumsuz yanlarını göstererek, yeni ve farklı bir gelişme yolunun mümkün olduğunu işçilere ve çiftçilere anlatmaktır. Bütün bu genel tarihsel gelişmeye karşın işçiler ve çiftçiler ezilen sınıflar olarak kaldı, Kürtler bu gelişmeden en asgari bir biçimde yarar sağladılar. Gelişmenin güzel meyvelerini hakim sınıflar ve emperyalizm yediler. Türkiye emperyalizmin boyunduruğunu kısmen zayıflatsa bile emperyalizmin baskı ve engellemelerini aşamadı. 1923-1938 dönemi de bir istisna değil, bu genel trendin dışında bir süreç söz konusu değil. Türkiye'nin 1923-1938 döneminde sosyalist devletçiliği uyguladığı daha sonra bu yoldan çıktığı doğru değil. Türkiye'nin 1923-1938 döneminde devlet kapitalizmini uyguladığı da doğru değil.
Türkiye'deki devlet önderliğindeki ekonomiye devlet kapitalizmi de denilmesi de sakıncalı. Çünkü, devlet kapitalizmi burjuvazinin ve işçi sınıfının görece gelişkin olduğu, ulusal pazarın ve pazar ekonomisinin görece inşa edilmiş olduğu, bilim & teknoloji ve sanayileşmenin görece gelişkin olduğu batılı ülkelerde uygulanan bir ekonomik sistemdir. Tipik örnekleri Almanya, İtalya ve Japonya'dır. Bu nedenle Mao Zedong usta hiç bir yazısında devrim öncesi Çin'de devlet kapitalizminden bahsetmedi. Mao Zedong Çin'de bürokratik kapitalizmin olduğunu savundu.
CHP başından beri, genel olarak Türkiye'yi hızlı bir şekilde, geri bir tarım ülkesini, Batının kapitalist ülkelerinin sanayi toplumuna dönüştürmek istedi, bu şekilde siyasi bağımsızlığı güçlendirerek güçlü bir Türkiye yaratmak istedi. Bu düşünce genel tarihsel ilerleme açısından o kadar kötü bir düşünce değil, fakat bu görüşün ciddi kısıtları ve iç çelişmeleri vardı.
Fakat biz sosyalistler tarihe ve görevlerimize sadece genel tarihsel ilerleme açısından bakamayız, biz ikili bir bakış geliştirmek zorundayız. Hem temsil ettiğimiz sınıfın çıkarları açısından hem de genel tarihsel ilerleme açısından bakmalıyız. Bu ikili bakış açısının netleşmesi açısından en güzel eser Engels'in 1891 de Almanya tarihi üzerine yazdığı uzun bir yazıdır (Tarihte Zorun Rolü).
Örneğin, Türkiye'deki hakim sınıflar en güçlü sermaye birikimini 1939-1945 İkinci Dünya Savaşı döneminde yaptı. Bu dönemde ülkede işçi sayısının 6 kat arttığı yazılıyor. Çünkü, iki savaşan blok birbirleriyle uğraştığı için Türkiye üzerindeki baskı görece zayıfladı. Türkiye izlediği denge politikası sayesinde iki tarafa birden silah üretiminde kullanılan değerli madenler sattı. İki tarafın savaş boyunca acil ihtiyaç duyduğu gıda ve tekstil ürünlerini satarak, çok güçlü bir devlet hazinesine sahip oldu. Eğer tek yanlı bir biçimde genel tarihsel gelişme ve ulusal çıkarlar açısından bakarsak bunu övmemiz gerekir. Fakat, biz sosyalist olarak Türkiye'nin dış politikada anti-faşist demokrasi güçlerinin yanında, faşist ülkelere karşı tutum almasını isteriz. O zaman halkın savaş koşulları içinde yağmalanması ve soyulması bir ölçüde "hoş görülebilirdi".
Toparlarsak, yukarıda sözünü ettiğimiz ilerleme genel olarak bakıldığında halk için büyük acılar sıkıntılar getirdi, dolayısıyla onların temsilcisi olan Partilerin bu süreci kendi bulundukları konumdan eleştirmeleri ve bağımsız bir tutum almak istemeleri çok normal. ÇKP, 1926-36 yılları arasında iktidar partisine karşı bir iç savaş (toprak devrimi) başlattı. Çin toplumu o tarihlerde de ilerliyordu ve gelişiyordu, fakat bu ilerlemenin tüm meyvelerini emperyalizm, toprak ağaları ve bürokratik burjuvazi yiyordu. ÇKP buradan hareketle iç savaş başlatmasaydı, diyebilir miyiz?
Komünist Enternasyonal'in veya henüz olgunlaşmamış olan sosyalist akımın sol ve sağ hataları bir başka değerlendirme konusu.